17 Haziran 2012 Pazar


DNA merdiveninin kollarını şeker ve fosfat molekülleri oluşturur. Bu kollara bağlı bazları ise hidrojen bağları birleştirir. Allah’ın yarattığı bu özel tasarım sayesinde DNA, kopyalamaya ve gen bilgilerini aktarmaya olanak verecek şekilde esnektir.
Moleküllerin, materyalistlerin iddia ettiği gibi kendi kendilerine canlanabilmesi için, kusursuz bir tasarım ile biraraya gelmeleri, bir işbölümü içinde olmaları, içlerinde “bilgi” saklamaları, asla hata yapmamaları, sindirim, solunum, görme, kalp atışı gibi üstlenecekleri görevleri eksiksiz ve kusursuz olarak bilmeleri, daha da önemlisi beynin bir parçası olup “düşünmeleri” gerekmektedir. Çünkü ortada öylesine muazzam bir yaratılış vardır ki, tek bir molekül, gelmiş geçmiş tüm insanların toplamından daha büyük akıl göstermekte, insanın idrakini aşacak üstün bir bilgiye sahip olmaktadır.
Siz, sizden akıllı bu moleküllerden bir tanesini hücrelerinizin her birinde taşıyorsunuz. Bu molekül DNA’dır.
DNA molekülü heliks şeklinde kıvrılmış iki sarmaldan oluşan merdiven biçiminde bir moleküldür. Merdivenin kollarını şeker ve fosfat molekülleri meydana getirir. Şeker ve fosfat grupları birbirlerine ester bağları adı verilen özel bir bağ ile bağlanmışlardır. Bu bağ oldukça kuvvetlidir. İki kolun arasındaki merdiven basamaklarında gelişigüzel bir sıralama yoktur. Basamaklar özel bir kenetlenme sistemi ile biraraya gelmişlerdir. Basamakların dört ayrı elemanı vardır. Adenin, Guanin, Sitozin, Timin. Bu dört nükleotidden Adenin ve Guanin büyük boylu, Sitozin ve Timin de küçük boylu moleküllerdir. Basamakları düzenli oluşturabilmek için daima Guanin Sitozin’in, Adenin de Timin’in karşısına gelir. Böylelikle DNA molekülü içinde küçük bazlara karşı büyük bazların gelmesi ile mesafenin her noktada sabit kalması sağlanmış ve bunun sonucunda da düzgün bir zincir meydana gelmiştir.
Karşı karşıya gelen bu dört nükleotid arasında meydana gelen kimyasal bağ, hidrojen bağıdır. DNA molekülünün, hidrojen bağları ile biraraya gelmiş bir molekül olması aslında çok önemli bir anlam taşımaktadır. Hatırlanacak olursa hidrojen bağlarının özelliği “esnek” olmalarıdır. Bu bağ, nükleotidleri birarada tutan ester bağları kadar kuvvetli olmadığından pH değişikliği, sıcaklık ve basınç gibi faktörlerde kolaylıkla birbirlerinden ayrılabilirler. Bağlardaki bu esnekliğin önemi şudur: DNA’nın kopyalanması ve gen bilgilerinin diğer hücrelere aktarılması ancak bu bağların esneme özelliği ile mümkün olmaktadır.
Şimdi DNA’nın kopyalanması işlemini kısaca hatırlayalım. Bilindiği gibi vücutta hücre bölünmesi sırasında yeni oluşan hücrenin de bir bilgi bankasına sahip olabilmesi için DNA’nın kendisini kopyalaması gerekmektedir. Bunun için DNA, hücrenin bölünme işleminden hemen önce kendi kopyasını çıkarır. DNA, kendi kendini eşleyebilmek için önce ortadan fermuar gibi iki parçaya ayrılır. Her iki parçanın da eksik olan bölümleri ortamda hazır bulunan malzemelerle tamamlanır ve iki yeni DNA molekülü elde edilmiş olur. İşte bu işlem sırasında DNA’nın fermuar gibi ikiye ayrılması, hidrojen bağlarının esnekliği sayesinde mümkün olmaktadır. Eğer bu DNA zinciri farklı bir bağ ile bağlanmış olsaydı, zinciri birarada tutan aradaki köprüler aşırı derecede sert ve bükülmez olacak ve DNA’nın ikiye ayrılması söz konusu olmayacaktı. Böyle bir ayrılma ya hiç gerçekleşmeyecek ya da sarmalın iki parçası birbirinden ayrılmaya eğilim gösterdiğinde aradaki tüm bağlar kopacak ve molekül parçalanacaktı. DNA’nın kopyalanamadığı bir dünyada ise kuşkusuz canlıların varlığından söz etmek mümkün olmayacaktı.
DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgi bulunur. Bu bilgi sizinle ilgili herşeydir. Saçlarınızın renginden kan grubunuza, boyunuzun uzunluğundan kemiklerinizin yapısına kadar herşey bu bilgi bankasının içine yerleştirilmiştir. Bilgi bankası dediğimiz şey ise aslında sadece gözle görülmeyen bir moleküldür.
DNA’yı oluşturan bu hidrojen bağları ve diğer bağlar, sarmalın son derece düzgün olmasını sağlar. DNA molekülü, işte bu nedenle, zincirin diziliş sırasına bağlı olmaksızın çok düzenli bir biçimde dönümler yapan bir moleküldür. DNA’yı oluşturan nükleotidler birbirlerine fosfat bağlarıyla bağlanarak şeker ve fosfat kısımlarının birbirlerini izlediği serilerden oluşan bir omurga meydana getirirler. Kovalent ester bağları olarak adlandırılan bu bağlar son derece kuvvetli bağlardır. Bu bağların varlığı DNA molekülünün tek zincirli bir yapı halinde iken bile dayanıklı ve sabit olmasını sağlar. Ortadaki hidrojen bağları kolaylıkla birbirlerinden ayrılırken, kovalent bağ ile bağlanmış olan yanlardaki zincirlerde herhangi bir kopma veya esneme meydana gelmez.
Çoğu zaman ölümcül sonuçlara yol açan ya da metabolizmayı tamamen tahrip eden mutasyonlar, nükleotidler arasındaki bu ester bağlarının kopması ile meydana gelir.20Ancak molekül içindeki bu bağlantı öylesine güçlüdür ki, böyle bir aksama oldukça nadir olarak oluşur. Herhangi bir aksaklık çıkması ihtimaline karşı DNA’nın içinde görevli olan enzim molekülleri hemen harekete geçer ve bu aksamayı giderirler. Böylesine kompleks bir sistemin içinde koruyucu bir başka sistemin ve önlemin var olması hayranlık uyandıran ayrı bir gerçektir.
Bir insanın DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgi bulunur. Bu bilgi sizinle ilgili herşeydir. Saçlarınızın renginden, hangi kan grubuna sahip olduğunuza, boyunuzun uzunluğundan kemiklerinizin yapısına, vücudunuzda son derece seri bir şekilde görev yapan enzimlerin faaliyetlerine kadar herşey bu kusursuz molekülün içine sığdırılmıştır. Peki “bilgi” dediğimiz şey, “neyin” içine sığdırılır?
DNA’daki bilgi, aynen bir kitapta olduğu gibi, “harflerle” kaydedilmiştir. Türkçe bir kitap 29 ayrı harfin, bilgi verecek bir sıra ile yanyana dizilmesiyle oluşur. DNA’daki harfler ise, bu dev molekülü oluşturan dört nükleotidtir; Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin. Bilim adamları bu molekülleri kısaca A, T, G ve C olarak tanımlarlar. Bu dört molekülün yüzlercesi birarada ele alındığında, uzun, anlamlı cümleler ortaya çıkar. Bu cümleler, vücuttaki işlemlerin nasıl yapılacağını tarif eden, bunlara dair kodlar içeren “genler”dir.
DNA’daki bilginin kaynağı ise materyalistler için asla aşılamaz bir çıkmazdır. Bu molekülde kodlanmış bilginin kökeninin herhangi bir doğal mekanizma ile açıklanması mümkün değildir. Tüm gözlem, deney ve deyimlerimiz, bilginin, ancak bilinçli bir varlıktan geldiğini göstermektedir. DNA’daki bilgi ise, tüm canlılığı yaratan Yüce Allah’ın eseridir. Ayette Rabbimiz’in yaratma sanatı ve sonsuz kudreti şu şekilde açıklanır:
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

17 Haziran 2012 Pazar


DNA merdiveninin kollarını şeker ve fosfat molekülleri oluşturur. Bu kollara bağlı bazları ise hidrojen bağları birleştirir. Allah’ın yarattığı bu özel tasarım sayesinde DNA, kopyalamaya ve gen bilgilerini aktarmaya olanak verecek şekilde esnektir.
Moleküllerin, materyalistlerin iddia ettiği gibi kendi kendilerine canlanabilmesi için, kusursuz bir tasarım ile biraraya gelmeleri, bir işbölümü içinde olmaları, içlerinde “bilgi” saklamaları, asla hata yapmamaları, sindirim, solunum, görme, kalp atışı gibi üstlenecekleri görevleri eksiksiz ve kusursuz olarak bilmeleri, daha da önemlisi beynin bir parçası olup “düşünmeleri” gerekmektedir. Çünkü ortada öylesine muazzam bir yaratılış vardır ki, tek bir molekül, gelmiş geçmiş tüm insanların toplamından daha büyük akıl göstermekte, insanın idrakini aşacak üstün bir bilgiye sahip olmaktadır.
Siz, sizden akıllı bu moleküllerden bir tanesini hücrelerinizin her birinde taşıyorsunuz. Bu molekül DNA’dır.
DNA molekülü heliks şeklinde kıvrılmış iki sarmaldan oluşan merdiven biçiminde bir moleküldür. Merdivenin kollarını şeker ve fosfat molekülleri meydana getirir. Şeker ve fosfat grupları birbirlerine ester bağları adı verilen özel bir bağ ile bağlanmışlardır. Bu bağ oldukça kuvvetlidir. İki kolun arasındaki merdiven basamaklarında gelişigüzel bir sıralama yoktur. Basamaklar özel bir kenetlenme sistemi ile biraraya gelmişlerdir. Basamakların dört ayrı elemanı vardır. Adenin, Guanin, Sitozin, Timin. Bu dört nükleotidden Adenin ve Guanin büyük boylu, Sitozin ve Timin de küçük boylu moleküllerdir. Basamakları düzenli oluşturabilmek için daima Guanin Sitozin’in, Adenin de Timin’in karşısına gelir. Böylelikle DNA molekülü içinde küçük bazlara karşı büyük bazların gelmesi ile mesafenin her noktada sabit kalması sağlanmış ve bunun sonucunda da düzgün bir zincir meydana gelmiştir.
Karşı karşıya gelen bu dört nükleotid arasında meydana gelen kimyasal bağ, hidrojen bağıdır. DNA molekülünün, hidrojen bağları ile biraraya gelmiş bir molekül olması aslında çok önemli bir anlam taşımaktadır. Hatırlanacak olursa hidrojen bağlarının özelliği “esnek” olmalarıdır. Bu bağ, nükleotidleri birarada tutan ester bağları kadar kuvvetli olmadığından pH değişikliği, sıcaklık ve basınç gibi faktörlerde kolaylıkla birbirlerinden ayrılabilirler. Bağlardaki bu esnekliğin önemi şudur: DNA’nın kopyalanması ve gen bilgilerinin diğer hücrelere aktarılması ancak bu bağların esneme özelliği ile mümkün olmaktadır.
Şimdi DNA’nın kopyalanması işlemini kısaca hatırlayalım. Bilindiği gibi vücutta hücre bölünmesi sırasında yeni oluşan hücrenin de bir bilgi bankasına sahip olabilmesi için DNA’nın kendisini kopyalaması gerekmektedir. Bunun için DNA, hücrenin bölünme işleminden hemen önce kendi kopyasını çıkarır. DNA, kendi kendini eşleyebilmek için önce ortadan fermuar gibi iki parçaya ayrılır. Her iki parçanın da eksik olan bölümleri ortamda hazır bulunan malzemelerle tamamlanır ve iki yeni DNA molekülü elde edilmiş olur. İşte bu işlem sırasında DNA’nın fermuar gibi ikiye ayrılması, hidrojen bağlarının esnekliği sayesinde mümkün olmaktadır. Eğer bu DNA zinciri farklı bir bağ ile bağlanmış olsaydı, zinciri birarada tutan aradaki köprüler aşırı derecede sert ve bükülmez olacak ve DNA’nın ikiye ayrılması söz konusu olmayacaktı. Böyle bir ayrılma ya hiç gerçekleşmeyecek ya da sarmalın iki parçası birbirinden ayrılmaya eğilim gösterdiğinde aradaki tüm bağlar kopacak ve molekül parçalanacaktı. DNA’nın kopyalanamadığı bir dünyada ise kuşkusuz canlıların varlığından söz etmek mümkün olmayacaktı.
DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgi bulunur. Bu bilgi sizinle ilgili herşeydir. Saçlarınızın renginden kan grubunuza, boyunuzun uzunluğundan kemiklerinizin yapısına kadar herşey bu bilgi bankasının içine yerleştirilmiştir. Bilgi bankası dediğimiz şey ise aslında sadece gözle görülmeyen bir moleküldür.
DNA’yı oluşturan bu hidrojen bağları ve diğer bağlar, sarmalın son derece düzgün olmasını sağlar. DNA molekülü, işte bu nedenle, zincirin diziliş sırasına bağlı olmaksızın çok düzenli bir biçimde dönümler yapan bir moleküldür. DNA’yı oluşturan nükleotidler birbirlerine fosfat bağlarıyla bağlanarak şeker ve fosfat kısımlarının birbirlerini izlediği serilerden oluşan bir omurga meydana getirirler. Kovalent ester bağları olarak adlandırılan bu bağlar son derece kuvvetli bağlardır. Bu bağların varlığı DNA molekülünün tek zincirli bir yapı halinde iken bile dayanıklı ve sabit olmasını sağlar. Ortadaki hidrojen bağları kolaylıkla birbirlerinden ayrılırken, kovalent bağ ile bağlanmış olan yanlardaki zincirlerde herhangi bir kopma veya esneme meydana gelmez.
Çoğu zaman ölümcül sonuçlara yol açan ya da metabolizmayı tamamen tahrip eden mutasyonlar, nükleotidler arasındaki bu ester bağlarının kopması ile meydana gelir.20Ancak molekül içindeki bu bağlantı öylesine güçlüdür ki, böyle bir aksama oldukça nadir olarak oluşur. Herhangi bir aksaklık çıkması ihtimaline karşı DNA’nın içinde görevli olan enzim molekülleri hemen harekete geçer ve bu aksamayı giderirler. Böylesine kompleks bir sistemin içinde koruyucu bir başka sistemin ve önlemin var olması hayranlık uyandıran ayrı bir gerçektir.
Bir insanın DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgi bulunur. Bu bilgi sizinle ilgili herşeydir. Saçlarınızın renginden, hangi kan grubuna sahip olduğunuza, boyunuzun uzunluğundan kemiklerinizin yapısına, vücudunuzda son derece seri bir şekilde görev yapan enzimlerin faaliyetlerine kadar herşey bu kusursuz molekülün içine sığdırılmıştır. Peki “bilgi” dediğimiz şey, “neyin” içine sığdırılır?
DNA’daki bilgi, aynen bir kitapta olduğu gibi, “harflerle” kaydedilmiştir. Türkçe bir kitap 29 ayrı harfin, bilgi verecek bir sıra ile yanyana dizilmesiyle oluşur. DNA’daki harfler ise, bu dev molekülü oluşturan dört nükleotidtir; Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin. Bilim adamları bu molekülleri kısaca A, T, G ve C olarak tanımlarlar. Bu dört molekülün yüzlercesi birarada ele alındığında, uzun, anlamlı cümleler ortaya çıkar. Bu cümleler, vücuttaki işlemlerin nasıl yapılacağını tarif eden, bunlara dair kodlar içeren “genler”dir.
DNA’daki bilginin kaynağı ise materyalistler için asla aşılamaz bir çıkmazdır. Bu molekülde kodlanmış bilginin kökeninin herhangi bir doğal mekanizma ile açıklanması mümkün değildir. Tüm gözlem, deney ve deyimlerimiz, bilginin, ancak bilinçli bir varlıktan geldiğini göstermektedir. DNA’daki bilgi ise, tüm canlılığı yaratan Yüce Allah’ın eseridir. Ayette Rabbimiz’in yaratma sanatı ve sonsuz kudreti şu şekilde açıklanır:
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder