17 Haziran 2012 Pazar

Hayat Veren Diğer Moleküller


Bedenimiz, DNA gibi daha pek çok üstün özelliklere sahip moleküllerden oluşmaktadır. Vücudumuzda bulunan hemen hemen bütün moleküller, karbon ve hidrojenden meydana gelen ve “hidrokarbon” olarak isimlendirilen bir ailenin üyesidirler. Hidrokarbonlarda molekülün ana omurgası, karbon iskeletinden meydana gelmiştir ve karbonlar birbirlerine kovalent bağ ile sıkıca bağlanmışlardır. Dolayısıyla söz konusu karbon iskeleti son derece dayanıklıdır.
İnsan vücudunda en fazla miktarda bulunan molekül, %55-60′lık oranı ile sudur. Bu miktarı, %30-35 ile organik (karbon içeren) moleküller, %5 ile inorganik moleküller izler. Organik moleküllerin başlıcalarını lipidler yani yağlar ve proteinler oluştururlar. Yağ ile su molekülleri ise birbirine ters orantılıdır. Birinin artması durumunda diğeri azalır.21 Her molekülün vücut içinde yerine getirmesi gereken çok önemli görevleri vardır ve her biri üstlendiği görevi tam olarak yapar. Çünkü yaratılma amaçları, insanın yaşamına vesile olmaktadır.

Su, Tüm Bedenimizin Yarısını Kaplar

Su, “özel” bir molekül olması nedeniyle, vücuttaki her organelde bulunabilir, besinlerin taşınmasından çeşitli yapıların oluşumuna kadar pek çok yerde görev alır. Hücre, yapısı ve işlevleri açısından suyun fiziksel ve kimyasal özelliklerine tam olarak uyum göstermektedir. Su, bu nedenle hücrenin içine kolaylıkla girebilir ve aynı şekilde rahatlıkla dışarı atılabilir.
Dünya için çok büyük bir öneme sahip olan su molekülü önemini insan bedeninde de gösterir. Vücudun %55-60′ını su oluşturur ve vücut içinde çeşitli doku ve organlar arasında amaca uygun şekilde yayılmış durumdadır. Örneğin, diş ve kemikler gibi sert dokularda az miktarda su bulunurken, kas, böbrek, karaciğer, kan ve gözün bir parçası olan korneada oldukça yüksek oranda bulunmaktadır. Öyle ki, korneanın %98′ini, kanın %79′unu, kasların %77′sini su oluşturur. Aslında genel bir deyimle, organizmada su bulunmayan bir doku veya organ yoktur. Dolayısıyla
vücutta su bulunmadığı takdirde herhangi bir organın yaşama şansı da yoktur.
Su, metabolizmada bağlı ve serbest şekilde bulunur. Suyun “bağlı” olması akma yeteneğini kaybetmiş ve hareketsiz kalmış olması anlamına gelmektedir. Serbest halde bulunan suyu ise, genellikle hücre içi sıvısı ve damar içi ve hücreler arası boşlukları dolduran hücre dışı sıvıları oluşturur. Protein, karbonhidrat ve nükleik asitler gibi büyük moleküller suyu kendi içlerinde erimiş olarak bulundururlar. Bunun dışında bağlı su, lifler ve zarların arasında da bulunmaktadır. Buna, moleküller arası su adı verilir.
Suyun moleküler özelliklerine daha önce değinmiştik. Su, “özel” bir molekül olması, üç farklı halde bulunması, özel olarak belirlenmiş kaynama ve donma noktaları ve hidrojen bağları ile bağlanmış olması nedeni ile çeşitli ayrıcalıklara sahiptir. Vücuttaki her organelde bulunabilir, besinlerin taşınmasından çeşitli yapıların oluşumuna kadar pek çok yerde görev alır, vücuda kolayca girebilir ve vücuttan kolayca atılabilir. Hücre içinde, enzimlerle ilgili tepkimelerin ve kimyasal enerji transferlerinin gerçekleştiği ortamı oluşturur. Hücre, yapısı ve işlevleri açısından suyun fiziksel ve kimyasal özelliklerine tam olarak uyum göstermektedir. Kısacası canlı bedeni, suyun çeşitli biçimlerde bulunabilmesi için son derece uygun bir ortamdır.
Suyun insan bedenine uyum sağlayarak son derece önemli işler başarmasının en önemli sebeplerinden biri, “iyonlaşmasıdır”. İyonlaşma, molekülü oluşturan bir atomdan bir elektronun çıkması veya o atoma elektron eklenmesi ile olur. Su molekülleri de insan bedenine girdiklerinde iyonlaşırlar. Vücuda giren su, bir hidrojen iyonuna (H+) ve bir hidroksit iyonuna (OH) ayrılır. Bu ayrılma son derece önemlidir, çünkü hücreler için H ve OH oranları belirlenmiştir ve kanın içindeki bu oranların sürekli olarak sabit durması gerekmektedir. Söz konusu bu oran bize tanıdıktır; pH değeri olarak ifade edilir.
Bedenin sahip olduğu pH değeri son derece önemlidir. Doğada 0′dan 14′e kadar farklılaşabilen bu değer, vücut için 7.4 civarında kalmalıdır. Eğer bu değer 6.8′e düşer veya 8.0′e çıkarsa sonuç ölüm olur.22
Böbrek yetmezliği bir insanın normal kan pH’ını elde edememesinin en önemli nedenidir. Asıl şaşırtıcı ve mucizevi olan, vücuda giren her “on milyon” su molekülünden sadece “bir tanesinin” iyonlaşmasıdır.23 Eğer günün birinde, bir sebeple, bu tek su molekülü de iyonlaşmazsa bunun sonucu er geç ölüm olacaktır. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın hiçbir güç, insandaki bu mükemmel mekanik sistemin bir benzerini daha meydana getiremez. İyonlaşan tek bir su molekülü, insanın metabolizması için belirlenmiş en mükemmel orandır. Bu hassas yaratılış, Allah’ın eşsiz sanatının delillerindendir. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbin’in yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. Şu halde Rabbiniz’in hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? Göklerde ve yerde olan ne varsa O’ndan ister. O, her gün bir iştedir. Şu halde Rabbiniz’in hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (Rahman Suresi, 26-30)

En Önemli İnşa Malzemesi: Aminoasitler ve Proteinler

Proteinleri bir bina gibi düşünürsek, amino asitleri de bu binanın tuğlaları olarak örneklendirebiliriz. Doğada 20 çeşit amino asit vardır ve bu amino asitler her protein için özel bir dizilimle peşpeşe bağlanırlar. Bu bağlanma her protein için özeldir ve bir proteinde en az 300 tane amino asit vardır. Örneğin “Glisin” adı verilen bir amino asit tek bir proteinin üretilmesi sırasında 20 veya 30 değişik yerde sıralamaya katılır. Bu amino asitlerin sıralaması gerçek anlamda kusursuzdur ve bir protein molekülü ancak bu kusursuz sıralamaya sahip olduğu sürece işlev görebilir. Bu sıralamadaki en küçük hata, ortaya işe yaramaz bir molekül yığını çıkaracaktır. Ancak böyle bir durumla genellikle karşılaşmayız. Aminoasitler her zaman mükemmel bir dizilimle biraraya gelir ve vücutta mutlaka görevlerini yerine getirir, yani protein molekülünü oluştururlar.
Proteinleri oluşturan 20 farklı amino asitin her biri ortak bir yapıya sahiptir. Onları birbirlerinden ayıran tek şey, sahip oldukları yan zincirleridir. Yan zincirlerin edindikleri farklı atomlar ve farklı bağlantılar nedeniyle değişik yapılara sahip olurlar. Bu durum, söz konusu 20 farklı amino asitin değişik dizilimlerle 10130 adet farklı protein oluşturmalarına olanak vermektedir. Bu, elbette benzersiz bir yaratılıştır.
Protein molekülünde bulunan 20 çeşit amino asitin hepsi benzer bir yapıya sahiptir. Bütün amino asitlerde karbona bağlı “karboksil” adı verilen bir grup, bir de amino grubu bulunmaktadır. Yapı olarak aynı olan bu amino asitleri birbirlerinden farklı yapan tek şey, sahip oldukları yan zincirlerdir. Yan zincirlerin edindikleri farklı atomlar ve farklı bağlantılar nedeni ile değişik yapılara, farklı elektrik yüküne ve suda değişik oranlarda çözünürlüğe sahiptir olurlar.
Aminoasitler, proteinleri meydana getirebilmek için peptid bağları adı verilen özel bir bağ ile birbirlerine bağlanırlar. Peptid bağları ile bağlanan amino asitlerin bir düzen içinde bulunmaları, proteinlerin üç boyutlu yapılarını belirlemektedir. Proteinler, bu üç boyutlu yapılarına göre çeşitli görevler üstlenir ve hücrenin kimyasal reaksiyonlarının çeşitli basamaklarında kullanılırlar. Eğer enerjiye ihtiyaç duyuluyorsa proteinler farklı kimyasal reaksiyonlara girerler. Eğer hücrenin amino asite ihtiyacı varsa, proteinler parçalanarak amino asitlerine ayrılırlar. Ayrıca proteinler hücre zarında tuğla görevini de görmektedirler. Kısacası, hücre içinde proteinlerin kullanılmadığı yer yok gibidir.24
Bir proteinin fonksiyonel özelliklerini, söz konusu üç boyutlu yapısı belirlemektedir. Gergin bir halde duran veya gelişigüzel kıvrılıp bükülen bir protein molekülü biyolojik olarak kullanılmaz durumdadır. Proteinin fonksiyon kazanabilmesi için, atomlarının uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Aynı atomlara sahip olduğu halde belli bir düzene sahip olmaması durumunda bir proteinin “protein” işlevine sahip olması mümkün değildir.
Proteinin üç boyutluluğu, atomların bu molekülü meydana getirebilmek için tercih ettikleri bağlanış biçiminden kaynaklanır. Gözle görülmeyen bu mikro alemde düzgün bir şeklin meydana gelmesi, dahası bu şeklin proteine son derece önemli ve fonksiyonel özellikler kazandırması, biyokimya veya biyoloji kitaplarında genellikle teknik bir tarifle geçilir. Oysa binlerce senedir moleküllerin bu kusursuz bağlanış biçimlerinden habersiz olan bilim adamları, henüz geçtiğimiz yüzyılda keşfettikleri bu özellik karşısında büyük bir şaşkınlık yaşamışlar ve bu kusursuzluğun kaynağını araştırmaya başlamışlardır. Bu öyle bir kusursuzluktur ki, tek bir hata sadece molekülü ortadan kaldırmakla kalmaz, molekülün yaşam verdiği organizmayı da tümüyle ortadan kaldırabilir. Bilinçsiz atomların bu mükemmel yapıya ulaşmaları, her yarattığı detayda büyük bir sanat sergileyen Rabbimiz’in yaratma sanatının örneklerinden biridir. Bu muazzam dünyayı inceleyen her insan, söz konusu kusursuz sanatı da hayranlıkla izlemektedir. Aslında, tek bir molekülün sahip olduğu kusursuz yapı ile ortaya çıkan gerçek çok açıktır. Dünyanın ve evrenin var olması, canlılığın oluşup devam edebilmesi için kusursuzluğun en küçük atom altı parçacıklardan proteinlere, hücreden evrendeki tüm sistemlere kadar hakim olması gerektiği, her yerde insanın karşısına çıkar. Allah, yarattığı tüm varlıklarda “en küçük zerresine” kadar üstün yaratışını sergileyerek bizlere yüceliğini, büyüklüğünü, gücünü ve her türlü eksiklikten uzak olduğunu hatırlatır. Allah ayetinde şu şekilde bildirir:
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Bir proteinin fonksiyon kazanabilmesi için atomlarının uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Atomların biraraya gelerek oluşturdukları bu yapı, üç boyutlu bir yapıdır. Proteinler ancak üç boyutlu bir yapıya sahip olduklarında, vücutta görev yapan bir protein vasfı kazanırlar. Eğer proteini oluşturan atomlar farklı bağlanış biçimlerine sahip olsalardı, bu durum sadece molekülü ortadan kaldırmakla kalmayacak, proteinin yaşam verdiği organizmayı da tümüyle ortadan kaldırabilecekti. Atomların, üstün ve hatasız bir kararla bu mükemmel yapıya ulaşmaları, her yarattığı detayda büyük bir sanat sergileyen Allah’ın güzelliklerinden ve nimetlerinden biridir. Dünyanın ve evrenin var olması, canlılığın oluşup devam edebilmesi için, en küçük atom altı parçacıklarından proteinlere, hücreden evrendeki tüm sistemlere kadar kusursuzluğun hakim olması Rabbimiz olan Allah’ın üstün yaratışını bir kez daha göstermektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

17 Haziran 2012 Pazar

Hayat Veren Diğer Moleküller


Bedenimiz, DNA gibi daha pek çok üstün özelliklere sahip moleküllerden oluşmaktadır. Vücudumuzda bulunan hemen hemen bütün moleküller, karbon ve hidrojenden meydana gelen ve “hidrokarbon” olarak isimlendirilen bir ailenin üyesidirler. Hidrokarbonlarda molekülün ana omurgası, karbon iskeletinden meydana gelmiştir ve karbonlar birbirlerine kovalent bağ ile sıkıca bağlanmışlardır. Dolayısıyla söz konusu karbon iskeleti son derece dayanıklıdır.
İnsan vücudunda en fazla miktarda bulunan molekül, %55-60′lık oranı ile sudur. Bu miktarı, %30-35 ile organik (karbon içeren) moleküller, %5 ile inorganik moleküller izler. Organik moleküllerin başlıcalarını lipidler yani yağlar ve proteinler oluştururlar. Yağ ile su molekülleri ise birbirine ters orantılıdır. Birinin artması durumunda diğeri azalır.21 Her molekülün vücut içinde yerine getirmesi gereken çok önemli görevleri vardır ve her biri üstlendiği görevi tam olarak yapar. Çünkü yaratılma amaçları, insanın yaşamına vesile olmaktadır.

Su, Tüm Bedenimizin Yarısını Kaplar

Su, “özel” bir molekül olması nedeniyle, vücuttaki her organelde bulunabilir, besinlerin taşınmasından çeşitli yapıların oluşumuna kadar pek çok yerde görev alır. Hücre, yapısı ve işlevleri açısından suyun fiziksel ve kimyasal özelliklerine tam olarak uyum göstermektedir. Su, bu nedenle hücrenin içine kolaylıkla girebilir ve aynı şekilde rahatlıkla dışarı atılabilir.
Dünya için çok büyük bir öneme sahip olan su molekülü önemini insan bedeninde de gösterir. Vücudun %55-60′ını su oluşturur ve vücut içinde çeşitli doku ve organlar arasında amaca uygun şekilde yayılmış durumdadır. Örneğin, diş ve kemikler gibi sert dokularda az miktarda su bulunurken, kas, böbrek, karaciğer, kan ve gözün bir parçası olan korneada oldukça yüksek oranda bulunmaktadır. Öyle ki, korneanın %98′ini, kanın %79′unu, kasların %77′sini su oluşturur. Aslında genel bir deyimle, organizmada su bulunmayan bir doku veya organ yoktur. Dolayısıyla
vücutta su bulunmadığı takdirde herhangi bir organın yaşama şansı da yoktur.
Su, metabolizmada bağlı ve serbest şekilde bulunur. Suyun “bağlı” olması akma yeteneğini kaybetmiş ve hareketsiz kalmış olması anlamına gelmektedir. Serbest halde bulunan suyu ise, genellikle hücre içi sıvısı ve damar içi ve hücreler arası boşlukları dolduran hücre dışı sıvıları oluşturur. Protein, karbonhidrat ve nükleik asitler gibi büyük moleküller suyu kendi içlerinde erimiş olarak bulundururlar. Bunun dışında bağlı su, lifler ve zarların arasında da bulunmaktadır. Buna, moleküller arası su adı verilir.
Suyun moleküler özelliklerine daha önce değinmiştik. Su, “özel” bir molekül olması, üç farklı halde bulunması, özel olarak belirlenmiş kaynama ve donma noktaları ve hidrojen bağları ile bağlanmış olması nedeni ile çeşitli ayrıcalıklara sahiptir. Vücuttaki her organelde bulunabilir, besinlerin taşınmasından çeşitli yapıların oluşumuna kadar pek çok yerde görev alır, vücuda kolayca girebilir ve vücuttan kolayca atılabilir. Hücre içinde, enzimlerle ilgili tepkimelerin ve kimyasal enerji transferlerinin gerçekleştiği ortamı oluşturur. Hücre, yapısı ve işlevleri açısından suyun fiziksel ve kimyasal özelliklerine tam olarak uyum göstermektedir. Kısacası canlı bedeni, suyun çeşitli biçimlerde bulunabilmesi için son derece uygun bir ortamdır.
Suyun insan bedenine uyum sağlayarak son derece önemli işler başarmasının en önemli sebeplerinden biri, “iyonlaşmasıdır”. İyonlaşma, molekülü oluşturan bir atomdan bir elektronun çıkması veya o atoma elektron eklenmesi ile olur. Su molekülleri de insan bedenine girdiklerinde iyonlaşırlar. Vücuda giren su, bir hidrojen iyonuna (H+) ve bir hidroksit iyonuna (OH) ayrılır. Bu ayrılma son derece önemlidir, çünkü hücreler için H ve OH oranları belirlenmiştir ve kanın içindeki bu oranların sürekli olarak sabit durması gerekmektedir. Söz konusu bu oran bize tanıdıktır; pH değeri olarak ifade edilir.
Bedenin sahip olduğu pH değeri son derece önemlidir. Doğada 0′dan 14′e kadar farklılaşabilen bu değer, vücut için 7.4 civarında kalmalıdır. Eğer bu değer 6.8′e düşer veya 8.0′e çıkarsa sonuç ölüm olur.22
Böbrek yetmezliği bir insanın normal kan pH’ını elde edememesinin en önemli nedenidir. Asıl şaşırtıcı ve mucizevi olan, vücuda giren her “on milyon” su molekülünden sadece “bir tanesinin” iyonlaşmasıdır.23 Eğer günün birinde, bir sebeple, bu tek su molekülü de iyonlaşmazsa bunun sonucu er geç ölüm olacaktır. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın hiçbir güç, insandaki bu mükemmel mekanik sistemin bir benzerini daha meydana getiremez. İyonlaşan tek bir su molekülü, insanın metabolizması için belirlenmiş en mükemmel orandır. Bu hassas yaratılış, Allah’ın eşsiz sanatının delillerindendir. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbin’in yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. Şu halde Rabbiniz’in hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? Göklerde ve yerde olan ne varsa O’ndan ister. O, her gün bir iştedir. Şu halde Rabbiniz’in hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (Rahman Suresi, 26-30)

En Önemli İnşa Malzemesi: Aminoasitler ve Proteinler

Proteinleri bir bina gibi düşünürsek, amino asitleri de bu binanın tuğlaları olarak örneklendirebiliriz. Doğada 20 çeşit amino asit vardır ve bu amino asitler her protein için özel bir dizilimle peşpeşe bağlanırlar. Bu bağlanma her protein için özeldir ve bir proteinde en az 300 tane amino asit vardır. Örneğin “Glisin” adı verilen bir amino asit tek bir proteinin üretilmesi sırasında 20 veya 30 değişik yerde sıralamaya katılır. Bu amino asitlerin sıralaması gerçek anlamda kusursuzdur ve bir protein molekülü ancak bu kusursuz sıralamaya sahip olduğu sürece işlev görebilir. Bu sıralamadaki en küçük hata, ortaya işe yaramaz bir molekül yığını çıkaracaktır. Ancak böyle bir durumla genellikle karşılaşmayız. Aminoasitler her zaman mükemmel bir dizilimle biraraya gelir ve vücutta mutlaka görevlerini yerine getirir, yani protein molekülünü oluştururlar.
Proteinleri oluşturan 20 farklı amino asitin her biri ortak bir yapıya sahiptir. Onları birbirlerinden ayıran tek şey, sahip oldukları yan zincirleridir. Yan zincirlerin edindikleri farklı atomlar ve farklı bağlantılar nedeniyle değişik yapılara sahip olurlar. Bu durum, söz konusu 20 farklı amino asitin değişik dizilimlerle 10130 adet farklı protein oluşturmalarına olanak vermektedir. Bu, elbette benzersiz bir yaratılıştır.
Protein molekülünde bulunan 20 çeşit amino asitin hepsi benzer bir yapıya sahiptir. Bütün amino asitlerde karbona bağlı “karboksil” adı verilen bir grup, bir de amino grubu bulunmaktadır. Yapı olarak aynı olan bu amino asitleri birbirlerinden farklı yapan tek şey, sahip oldukları yan zincirlerdir. Yan zincirlerin edindikleri farklı atomlar ve farklı bağlantılar nedeni ile değişik yapılara, farklı elektrik yüküne ve suda değişik oranlarda çözünürlüğe sahiptir olurlar.
Aminoasitler, proteinleri meydana getirebilmek için peptid bağları adı verilen özel bir bağ ile birbirlerine bağlanırlar. Peptid bağları ile bağlanan amino asitlerin bir düzen içinde bulunmaları, proteinlerin üç boyutlu yapılarını belirlemektedir. Proteinler, bu üç boyutlu yapılarına göre çeşitli görevler üstlenir ve hücrenin kimyasal reaksiyonlarının çeşitli basamaklarında kullanılırlar. Eğer enerjiye ihtiyaç duyuluyorsa proteinler farklı kimyasal reaksiyonlara girerler. Eğer hücrenin amino asite ihtiyacı varsa, proteinler parçalanarak amino asitlerine ayrılırlar. Ayrıca proteinler hücre zarında tuğla görevini de görmektedirler. Kısacası, hücre içinde proteinlerin kullanılmadığı yer yok gibidir.24
Bir proteinin fonksiyonel özelliklerini, söz konusu üç boyutlu yapısı belirlemektedir. Gergin bir halde duran veya gelişigüzel kıvrılıp bükülen bir protein molekülü biyolojik olarak kullanılmaz durumdadır. Proteinin fonksiyon kazanabilmesi için, atomlarının uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Aynı atomlara sahip olduğu halde belli bir düzene sahip olmaması durumunda bir proteinin “protein” işlevine sahip olması mümkün değildir.
Proteinin üç boyutluluğu, atomların bu molekülü meydana getirebilmek için tercih ettikleri bağlanış biçiminden kaynaklanır. Gözle görülmeyen bu mikro alemde düzgün bir şeklin meydana gelmesi, dahası bu şeklin proteine son derece önemli ve fonksiyonel özellikler kazandırması, biyokimya veya biyoloji kitaplarında genellikle teknik bir tarifle geçilir. Oysa binlerce senedir moleküllerin bu kusursuz bağlanış biçimlerinden habersiz olan bilim adamları, henüz geçtiğimiz yüzyılda keşfettikleri bu özellik karşısında büyük bir şaşkınlık yaşamışlar ve bu kusursuzluğun kaynağını araştırmaya başlamışlardır. Bu öyle bir kusursuzluktur ki, tek bir hata sadece molekülü ortadan kaldırmakla kalmaz, molekülün yaşam verdiği organizmayı da tümüyle ortadan kaldırabilir. Bilinçsiz atomların bu mükemmel yapıya ulaşmaları, her yarattığı detayda büyük bir sanat sergileyen Rabbimiz’in yaratma sanatının örneklerinden biridir. Bu muazzam dünyayı inceleyen her insan, söz konusu kusursuz sanatı da hayranlıkla izlemektedir. Aslında, tek bir molekülün sahip olduğu kusursuz yapı ile ortaya çıkan gerçek çok açıktır. Dünyanın ve evrenin var olması, canlılığın oluşup devam edebilmesi için kusursuzluğun en küçük atom altı parçacıklardan proteinlere, hücreden evrendeki tüm sistemlere kadar hakim olması gerektiği, her yerde insanın karşısına çıkar. Allah, yarattığı tüm varlıklarda “en küçük zerresine” kadar üstün yaratışını sergileyerek bizlere yüceliğini, büyüklüğünü, gücünü ve her türlü eksiklikten uzak olduğunu hatırlatır. Allah ayetinde şu şekilde bildirir:
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Bir proteinin fonksiyon kazanabilmesi için atomlarının uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Atomların biraraya gelerek oluşturdukları bu yapı, üç boyutlu bir yapıdır. Proteinler ancak üç boyutlu bir yapıya sahip olduklarında, vücutta görev yapan bir protein vasfı kazanırlar. Eğer proteini oluşturan atomlar farklı bağlanış biçimlerine sahip olsalardı, bu durum sadece molekülü ortadan kaldırmakla kalmayacak, proteinin yaşam verdiği organizmayı da tümüyle ortadan kaldırabilecekti. Atomların, üstün ve hatasız bir kararla bu mükemmel yapıya ulaşmaları, her yarattığı detayda büyük bir sanat sergileyen Allah’ın güzelliklerinden ve nimetlerinden biridir. Dünyanın ve evrenin var olması, canlılığın oluşup devam edebilmesi için, en küçük atom altı parçacıklarından proteinlere, hücreden evrendeki tüm sistemlere kadar kusursuzluğun hakim olması Rabbimiz olan Allah’ın üstün yaratışını bir kez daha göstermektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder