Elinizde tuttuğunuz kitap,
televizyonun camı ve mobilyası, yanınızda duran meyve tabağı,
oturduğunuz koltuk, yerdeki parkeler, tavandan sarkan avize, halı,
eliniz, tırnaklarınız, içtiğiniz su… Bunların her biri birbirinden
tamamen farklı özelliklere sahip maddelerdir. Peki her biri atomlardan
meydana gelen bu maddeler nasıl olur da birbirlerinden bu kadar farklı
özelliklere ve görünüme sahip olabilir? Bu sorunun cevabı moleküllerde
saklıdır. Doğada var olan yaklaşık 109 farklı atomun çeşitli miktarlarda
ve çeşitli şekillerde biraraya gelmesi yeryüzündeki bu müthiş
çeşitliliği meydana getirmiştir.
Sadece 109 atomun farklı kombinasyonlarla biraraya gelmesiyle oluşan
çeşitlilik gerçekten olağanüstüdür. Oluşan her maddenin bir veya birkaç
kullanım yeri vardır ve birçoğu canlılık için hayati öneme sahiptir.
Şimdi bir düşünelim. Siz 109 ayrı parçanın kombinasyonu ile kaç farklı
madde meydana getirebilirsiniz? Ayrıca bu maddelerin tümünün
kullanılabilir olmasını sağlayabilir misiniz? Elbette verebileceğiniz
sayı sınırlıdır. Oysa hayranlık verici bir yaratılış ile bu 109 farklı
atom, muazzam çeşitlilikte sayısız maddenin dışında, koku, tat, renk,
sertlik, yumuşaklık, akışkanlık, uçuculuk gibi detaylar da meydana
getirirler. Bu muhteşem sanat eşsiz güzellikleri ve çeşitliliği
sağlarken, yaşamın meydana gelmesi için de gereklidir. Örneğin, sadece
suyun üç farklı halde bulunabilmesi bile yaşamın temel sebeplerinden
birini oluşturmaktadır. (Bu konuya ileride daha detaylı olarak
değinilecektir.)
Peki bu 109 atom nasıl milyarlarca farklı molekül meydana getirir?
İşte elektronların önemi burada ortaya çıkar. Bir molekülün oluşması
için elektronlar bir atomdan diğerine iletilir veya iki atom arasında
ortak kullanılırlar. Böylelikle ortaya en az iki atomdan oluşan bir
molekül çıkar. Bahsettiğimiz bu işlem elbette tek bir cümle ile
açıklanamayacak kadar komplekstir. İki atomun söz konusu elektron
alışverişi “kimyasal bağ” olarak adlandırılır. Ancak ortada aslında
herhangi bir bağ yoktur. Sadece bir elektron iki atom arasında gidip
gelmektedir. Atomları birbirlerine bağlayan unsur elektronun bir atomdan
diğerine yaptığı bu yolculuktur. Elektronların paylaşımı anlamına gelen
bu kimyasal bağların şekli, biraraya gelen atomların niteliği ve
sayıları, molekülün de niteliğini belirler. Konuyu daha iyi anlamak için
öncelikle moleküllerin oluşmasını sağlayan söz konusu kimyasal bağları
incelemek yerinde olacaktır.
Molekülleri Oluşturan Kimyasal Bağlar
Serbest halde dolaşan bir atom, çevresindeki diğer atomların itme
veya çekim kuvvetinin etkisi altındadır. Bu etkiyle iki atom birbirine
yaklaşır ve birleşir, yeniden düzenlenir ve kararlı bir yapıya
ulaşırlar. “Kararlı yapı”dan kastedilen, bu atomların proton ve
nötronlarının birbirlerine uyum sağlamaları, kendi özelliklerini
bırakarak beraber yeni bir özelliğe sahip olmaları, yepyeni bir madde
oluşturmalarıdır. Örneğin, biraraya gelmiş olan iki hidrojen atomu ile
bir oksijen atomu yepyeni bir ürün ortaya çıkarabilmek için tümüyle
değişmişlerdir. Meydana getirdikleri kararlı yapı ise “su” molekülüdür.
Çevrenizdeki
yüksek binalar, eviniz, bahçenizdeki masa, yediğiniz meyve, içtiğiniz
su… Bunların her biri farklı özelliklere sahip farklı maddelerdir.
Doğada var olan yaklaşık 109 atomun çeşitli miktarlarda ve çeşitli
şekillerde biraraya gelmesi, yeryüzündeki bu müthiş çeşitliliği meydana
getirmiştir. Bu 109 atom, birbirinden farklı maddeler meydana
getirebildikleri gibi, koku, tat, renk, sertlik, yumuşaklık, akışkanlık,
uçuculuk gibi hayati detaylar da meydana getirebilirler. Şimdi bir
düşünün: Siz 109 ayrı parçanın kombinasyonu ile farklı özelliklere sahip
kaç farklı madde oluşturabiliriniz? Elbette verebileceğiniz sayı
sınırlıdır. Bu kadar sınırlı ham madde ile böylesine muazzam bir
çeşitlilik, kuşkusuz Allah’ın yüce sanatıdır.
Ortaya çıkan ürünün kararlı olması önemlidir. Çünkü kararsız olma
durumunda parçalanır. Bu kararsızlığı şuna benzetebiliriz: Bir organ
nakli sırasında vücuda giren yeni bir organ, eğer vücuda uyum
sağlayamazsa, vücudun kararlı yapısını bozar ve tüm metabolizmayı altüst
eder. Benzer şekilde, birleşen atomların da birbirlerine uyum
sağlayarak kararlı bir yapı meydana getirmeleri gerekir.
Meydana gelen moleküllerin kararlı olmaları için elektronlarının özel
bağlanma şekilleri vardır. Her atom, kendisi için hangisi uygunsa o
bağlanma şeklini kullanır. Şimdi hayati önem taşıyan bu bağlanma
şekillerinin neler olduğunu inceleyelim.
Elektron Alışverişi Yapan Atomlar İyonik Bağlar Kurarlar
Atomların arasındaki elektron alışverişi, yeni bir iş kurmak için
sermayelerini birleştiren ortaklara benzer. Yeni bir tesis açabilmek
için ortaklardan birinin yeterli miktarda sermayesi olmadığında, bir
başkasından gerekli olan miktarda sermaye alarak, o kişiyi ortağı ilan
eder. Böylece iki ortaklı bir iş anlaşması gerçekleşmiş olur. Sermaye
daha büyüdüğünde, ortakların sayısı da artabilir.
Atomlar
ancak en dış yörüngelerindeki elektron sayılarını 8′e tamamladıklarında
kararlı bir yapıya ulaşırlar. Neon atomu, en dış yörüngesindeki 8
elektronu ile son derece kararlı bir atomdur.
Atomların arasındaki alışveriş de buna benzetilebilir. Çekirdeğin
çevresinde dönen elektron yörüngelerinden daha önce bahsetmiştik.
Atomlar, en dış yörüngelerinde bulunan elektron sayısını daima 8 yapma
eğilimindedirler. Ancak bu şekilde “kararlı” bir yapıya sahip
olabilirler. Atomların elektronlarını 8′e tamamlamaları içinse yukarıda
anlattığımız gibi bir ortaklık kurmaları gerekmektedir. En dış
yörüngelerindeki elektronları, ya sermayelerini tamamlayıp ortaklık
kurmak için bir başka atoma vermeli veya bir başka atomdan sermaye yani
elektron almalıdırlar. Bu alışveriş sonrasında elektron veren atom artı
yüklü, elektron alan atom ise eksi yüklü olacaktır. Zıt kutuplar
birbirlerini çektikleri için bu iki atom artık birbirlerinden
ayrılamazlar. Bu şekilde kurulan bağlara “iyonik bağ” denir ve bu
bağlanmanın sonucunda bir molekül oluşur.
Atomlar arası alışverişte fazla sayıda elektron transferi için büyük
miktarda enerji gerekmektedir. İşte bu nedenle en makul ortaklık
belirlenir. Örneğin klor atomu en dış yörüngesinde yedi elektrona sahip
bir atomdur. Yedi elektronunu bir başka atoma vermektense bir başka
atomdan tek bir elektron alması onun sermayesini tamamlamasına
yetecektir. Kendisine elektron vermeye en uygun atom ise, sahip olduğu
tek fazla elektron sebebiyle sodyumdur. Sodyum, tek fazla elektronunu
klora vererek sodyumklorür molekülünün oluşmasını sağlar. İşte bu
ortaklık sonucunda günlük hayatta kullandığımız tuz ortaya çıkar.
Bildiğimiz sofra tuzu, aslında bu iki atomun elektron alışverişinden
başka bir şey değildir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da,
tuzu oluşturan sodyumun aslında patlayıcı, klorun ise zehirli
olmasıdır. Kusursuz ve planlı bir tasarımın sonucunda patlayıcı ve
zehirli atomların karışımdan ihtiyacımızı karşılayan bir madde ortaya
çıkmaktadır.
Sodyum
atomu, yedi elektrona sahip olan klor atomunun kararlı bir yapıya
ulaşması için sahip olduğu tek elektronu klor atomuna verir. İyonik bağ
ile birleşen bu iki atomun oluşturduğu molekül sodyumklorürdür. Bu da
günlük hayatta kullandığımız sofra tuzunun formülüdür. Dikkat çekici en
önemli nokta ise, sofra tuzunu oluşturan bu atomlardan sodyumun
patlayıcı, klorun ise zehirli olmasıdır.
Konuya başlarken verdiğimiz iş ortaklığı örneği, akıl ve bilgi sahibi
iki insan arasında, belli değerlendirmelerin ve karşılıklı görüş
alışverişinin yapılmasının ardından gerçekleştirilen, kar-zarar hesabı
yapılmış, bilinçli bir ortaklıktır. Bilinçli olmasına rağmen,
beraberinde pek çok sorun getirebilir, bugünün değerlendirmeleri ile
yarınınkiler uyuşmayabilir. Oysa bir molekülün içinde gerçekleşen
ortaklık alışverişi çok sağlam ve kusursuzdur. Her atom, adeta dış
yörüngesinde sekiz sayısına ulaşması gerektiğini biliyor gibi
davranmaktadır. Bu ortaklık şimdiye kadar ne yedi elektronla ne de dokuz
elektronla gerçekleşmiştir. Doğru bir sonuca ulaşabilmek için atomların
dış yörüngelerindeki elektron sayısını hesaplamanın yanı sıra, bir
hesap daha yapmaları ve bir başka atoma elektron vermelerinin mi yoksa
elektron almalarının mı daha karlı olacağını tespit edebilmeleri
gerekir.
Peki bu bilinç atoma mı aittir? Atom bunu planlayarak ya da farkında
olarak mı yapar? Elbette bu mümkün değildir. Söz konusu akıl ve bilinç
atomları yaratan, onlara sistemli ve kusursuz davranmalarını ilham eden
Allah’a aittir.
Atomların birbirleri ile bağlar kurmalarını sağlayan, kimyasal
reaksiyonlara izin veren bu kimyasal yapı, başlı başına bir mucizedir.
Eğer atomların, yörüngelerindeki elektronları belirli bir sayıya
tamamlama gibi bir eğilimleri olmasaydı, evrende hiçbir kimyasal bağ ve
reaksiyon gerçekleşmeyecek ve dolayısıyla yaşam da mümkün olmayacaktı.
Peki neden atomlar böyle bir eğilime sahiptirler? Bilim adamlarının bu
soruya getirebildikleri bir cevap yoktur.
Atomların yapısının, yaşam için en uygun şekilde olmasının tek
açıklaması yaratılmış olmasıdır. Atomların yapısı, bağların oluşmasına
imkan verecek şekilde belirlenmiştir ve Allah, yeryüzünde bu mükemmel
düzene olanak verecek doğa kanunları yaratmıştır. Bu, bizlere tüm evreni
Allah’ın yarattığı ve bu yaratılışta bir amaç ve hikmet olduğu
gerçeğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Allah bir ayetinde şöyle
buyurmaktadır:
Bu, Allah’ın yaratmasıdır. Şu halde, O’nun dışında olanların
yarattıklarını bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık
içindedirler. (Lokman Suresi, 11)
Atomlar, Birbirlerinin Elektronlarını Paylaşır ve Kovalent Bağlar Kurarlar
Kimi zaman atomların birbirlerine verecek kadar çok elektronları
olmayabilir. Veya atomlar birbirlerine elektron vermek dışında farklı
bir bağlanma şeklini tercih edebilirler. Böyle zamanlarda kendileri için
gerekli olan elektronları ortaklaşa kullanırlar. Bu adeta aralarından
nehir geçen ve bir köprü ile birleşen iki kara parçası gibidir. Aradaki
birleştirici köprüyü elektronlar oluştururlar. Elektronların bu şekilde
ortak kullanılmaları, atomlar arasındaki kovalent bağ olarak
adlandırılır. Yeryüzünde, önemli pek çok molekül bu bağı kullanarak
meydana gelmektedir.
Atomların bu ortaklıklarını daha iyi anlayabilmek için verilebilecek
en iyi örnek, hidrojendir. Hidrojen sadece bir elektrona sahip olduğu
için son derece basit bir atomdur ve kararlı olabilmesi için bu tek
elektronu ikiye tamamlamaya çalışır. Bunun nedeni şudur: Daha önce
atomların sahip oldukları yörüngelerde belli sayılarda elektronların
bulunması gerektiğini, en son yörüngelerinde mutlaka sekiz elektronun
dolaşması gerektiğini belirtmiştik. Bunun tek istisnası ilk yörüngedir;
bu yörüngenin ideal elektron sayısı ikidir. Dolayısıyla tek bir
yörüngede tek bir elektrona sahip olan hidrojenin kararlı hale
gelebilmesi için bir elektron daha edinmesi yeterlidir. Bunun için
hidrojen, çeşitli atomlarla bağ kurar. Atmosferde bulunan hidrojen gazı
da iki hidrojen atomunun kovalent bağ ile birleşmiş halinden başka bir
şey değildir.
Oksijen de aynı şekilde en dış yörüngesinde altı elektrona sahip bir
atomdur. Kararlı olabilmesi için elektron sayısını sekize çıkarması
gerekmektedir. Bunun için kendisi ile kovalent bir bağ kurabilecek iki
hidrojen atomuna ihtiyacı vardır. Çünkü hatırlanacağı gibi, tek bir
hidrojen atomu tek bir elektrona sahiptir.
Bu oranlar ne oksijen ne de hidrojen için rastgele belirlenmiş
oranlar değildir kuşkusuz. Oksijenin, altı elektrona sahip olması ve iki
hidrojen atomunun onu tamamlayabilmesi de bir tesadüf değildir. Söz
konusu karşılıklı uyum sayesinde yaşam için en gerekli olan maddelerden
biri olan su oluşur. Bu oranları belirleyen, birbirleri ile uyum içinde
atomları ve suyu yaratan Allah’tır. Bu gerçek ayette şu şekilde
bildirilir:
… Böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz. (Hicr Suresi, 22)
Bazı Atomlar Hidrojen Bağları ile Bağlanırlar
Renkli mikrograf (STM) ile çekilmiş DNA çift sarmalının görüntüsü
Eğer bir hidrojen atomu iki atom tarafından ortaklaşa kullanılırsa bu
bağa hidrojen bağları adı verilir. Bunun için söz konusu iki atomun
negatif elektrik yüküne sahip olması gerekmektedir. Buna verilecek en
iyi örnek oksijen ve azot atomlarıdır. Hidrojen, oksijen ve azot atomuna
kovalent olarak bağlanabilir. Bu atomlarda bulunan elektronlar, oksijen
ve azot atomlarına hidrojenden daha yakın durumdadırlar. Bunun da
nedeni bu atomların çekim kuvvetlerinin daha güçlü olmasıdır.
Dolayısıyla hidrojenin ve bağlanacağı diğer atomun elektronları hidrojen
atomundan uzaklaşırlar. Eksi yüklü elektronların hidrojenden
uzaklaşmaları hidrojeni pozitif duruma getirir ve iki negatif yüklü atom
arasında hidrojeni sabit tutar. İki atom arasında dolaşan hidrojen
atomu böylelikle bir bağ haline gelir ve iki atom arasında bir hidrojen
bağı oluşmuş olur.
Hidrojen bağları zayıf bağlardır. Bir bağın “zayıf” olmasının anlamı,
bu bağın kopması için az miktarda enerjinin yeterli olmasıdır. Zayıf
bağlar organizmada bulunan büyük moleküllerin şekillenmesinde çok önemli
bir rol oynarlar. Bunun nedeni bu bağların “esnek” olmasıdır. Meydana
getirdikleri maddeye esneklik kazandırırlar. Ancak bu esneklik sırasında
bağlarda herhangi bir kopma meydana gelmez. Hidrojen bağlarının bu
ayrıcalığı yeryüzündeki pek çok molekül için oldukça büyük bir önem
teşkil etmektedir. Buna verilebilecek en açık örnek DNA molekülüdür. Bu
molekülün vücutta meydana getirdiği birbirinden mucizevi işlemler, büyük
ölçüde sahip olduğu hidrojen bağlarının bir sonucudur. Bu konuya ve
hidrojen bağları sayesinde ayrıcalık elde eden diğer moleküllere sonraki
sayfalarda detaylı olarak değineceğiz.
DNA’yı
oluşturan moleküller hidrojen bağı ile birleşirler. Bu bağ, DNA gibi
hayati önemde bir molekül için son derece özel bir tasarımdır. Molekülün
vücutta meydana getirdiği birbirinden mucizevi işlemler, büyük ölçüde
sahip olduğu hidrojen bağlarının esnekliğinin bir sonucudur.
Nükleotidler, polimerlere şeker ve fosfat grupları yoluyla kovalent
olarak bağlanırlar. Bu reaksiyon sırasında bir molekül su açığa çıkar.
Kovalent olarak bağlanmış olan şeker ve fosfat grupları DNA’nın
belkemiğini oluşturur. Nitrojen bazları içeriye doğru yönelirler. Burada
pek çok zayıf hidrojen bağı sarmalın iki parçasını birleştirirler.
Molekül konusunu işlerken sık sık hatırlamamız
gereken bir gerçek vardır. Sizi ve sizin yaşamınızı oluşturabilmek için
meydana gelen atom kombinasyonları insanın tahmin edebileceğinden çok
daha fazladır. Düşünün ki, görünebilir tek bir noktada bile galaksimizde
mevcut olan yıldız sayısından çok daha fazla atom bulunmaktadır.
9 Elinizdeki
elma, içinde yaşadığınız ev, üzerinde yaşadığınız gezegen ve hatta
kendi bedeniniz atomlardan meydana gelmektedir. Yukarıda anlattığımız
bağlar ise, son derece küçük boyuttaki elektronların boşluk içinde
yaptıkları gezintilerden başka bir şey değildir. Bu gezinti; soluduğumuz
havayı, yaşadığımız evi, köpeğimizi, çiçeğin kokusunu, elmanın tadını,
içtiğimiz suyu, vücudumuzdaki enzimleri, gezegenleri, kısacası var olan
herşeyi meydana getirir.
Tek bir noktada milyonlarca sayıda bulunan bu atomlar arasında
gezinti yapan elektronların sayısını tahmin edebilir misiniz? Bu kadar
küçük bir dünyanın içinden bu kadar kapsamlı ve geniş bir alem çıkması,
güçlü elektron mikroskoplarıyla bakıldığında bile belli belirsiz bir toz
bulutundan ibaret olan elektronların böyle büyük bir mucize meydana
getirmeleri olağanüstü bir durumdur. Yokluktan varlığın oluşması,
boşluktan ağırlığın ve maddenin meydana gelmesi, renksizlikten rengin,
kokusuzluktan kokunun ortaya çıkması, Allah’ın yaratışındaki üstünlüğün
delillerindendir. Tek bir elektrondan dağlara, yıldızlara ve insanlara
kadar herşeyi kusursuzca yaratan, sonsuz ilim, kudret ve akıl sahibi,
yerlerin ve göklerin hakimi olan Allah’tır. Bir ayette şu şekilde
bildirilir:
Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve
uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın
O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve
arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun
ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri
ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek
yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Moleküllerin Hiç Dinmeyen Hareketi
Havada
bulunan milyarlarca molekül, her saniye milyarlarca kere dönerek
birbirlerine çarparlar. Siz, sakin ve tek başınıza bir odada
oturduğunuzu zannederken aslında bir molekül bombardımanının tam
ortasında bulunursunuz. Hareket eden yalnızca havadaki moleküller
değildir. Derinizdeki, masanızdaki, elinizde tuttuunuz kalemdeki
moleküllerde sürekli titreşim halindedirler. Bu yoğun harekete rağmen,
çevremizde her zaman sağlam ve dengeli bir görüntü vadır.
Odanızda sakin oturuyorsunuz. Etrafınızda hiç ses yok. Çevrenizde
hiçbir hareketin olmadığını düşünüyorsunuz. Oysa etrafınızdaki herşey,
sizi çevreleyen hava bile hiç durmadan hareket ediyor. Nasıl mı?
Siz odanızda oturduğunuz koltukta, sakince
elinizdeki kitabı okurken sizi sarıp kuşatmış olan moleküllerin en küçük
parçası olan elektronlar saniyede 1000 km. gibi muazzam bir hızda
sürekli olarak dönmeye devam ediyorlar. Bunun dışında sizi çevreleyen,
hatta sizi oluşturan moleküllerin kendileri de hiç durmadan hareket
ediyorlar. Boşlukta dolaşan moleküllerin hızları da neredeyse bir
tabancadan atılan merminin hızına eşit: Saniyede 1000 metreyi aşıyor.
10
Havada bulunan milyarlarca molekül, her saniye milyarlarca kere
birbirlerine çarpar ve birbirleriyle tekrar çarpışıncaya kadar dönmeye
devam ederler. Dolayısıyla siz, sakin ve tek başınıza bir odada
oturduğunuzu zannederken aslında bir molekül bombardımanının tam
ortasında bulunursunuz. Bazen şiddetli bir rüzgar haline gelen bu
molekül bombardımanı, ağaçları düşürecek ve binaları yıkacak kadar güçlü
olabilmektedir.
Hareket edenler yalnızca havadaki moleküller değildir. Derinizdeki,
masanızdaki, elinizde tuttuğunuz kitaptaki moleküller de sürekli olarak
hareket halindedir. En güçlü vinçlerin bile zorlukla yıktıkları taştan
bir duvarın nasıl olup da sürekli olarak hareket halinde olduğunu merak
edebilirsiniz. Bir duvar gerçekten de hareket halindedir, ancak duvarı
oluşturan moleküller birbirlerine çok daha yakın dizilmiş oldukları için
sadece titreşirler. Sürekli titreşim halindeki parçacıklardan oluşmuş
olmalarına rağmen, bizler etrafımızda hep katı ve sağlam cisimler
görürüz. Hareket halinde olmalarına rağmen hiçbir şey aniden kopup
parçalanmaz.
Moleküller arasında meydana gelen bu tip bir
hareketin dengeli de olması gerekmektedir. Bahsettiğimiz “titreme”,
katı cisimlerde dengeyi sağlayan bir hareket biçimidir. Ayrıca,
moleküllerin kararlı bir şekilde tek bir yöne doğru hareketleri de söz
konusu değildir. Eğer böyle bir ihtimal gerçekleşseydi, ortaya çıkacak
olan sonuç oldukça şaşırtıcı olacaktı. Moleküllerin tek bir yöne doğru
topluca hareket etmeleri sonucunda bizler üzerinde yemek yediğimiz
masanın kendi kendine yana doğru belirli bir mesafe yol aldığına şahit
olurduk.
11 Katı
bir cismin bu beklenmedik hareketi elbette şaşkınlık ve aynı zamanda da
kullanışsızlık meydana getirirdi. Ama biz hiçbir zaman böyle bir
durumla karşılaşmayız. Çünkü katı cismi oluşturan moleküller de
Allah’tan bir nimet olarak dengeli bir titreşme hareketine sahiptirler.
Bu nedenle hiçbir zaman tek yöne doğru sabit hareketleri söz konusu
değildir ve bir düzensizlik meydana getirmezler.
Moleküllerin ısıdan etkilenerek çeşitli hallere geçebilmeleri de bu
hareketliliklerinin ve enerjilerinin bir sonucudur. Örneğin su,
moleküllerinin birbirine en yakın olduğu zaman katı halini almaktadır.
Isınıp sıvı hale geçtiğinde moleküller, sürekli hareket halinde
olmalarının bir sonucu olarak, birbirlerinin üzerinden kayarlar. Sıvının
akışkan bir halde olmasının, yani bizim sıvıyı “karıştırabilmemizin”
nedeni budur. Suyun, daha da ısınıp moleküllerinin iyice birbirlerinden
ayrılmasını sağlayan aşaması ise gaz halidir. Buhara dönüşen su,
birbirinden gitgide uzaklaşan moleküllerden oluşmaktadır. Birbirinden
uzaklaşan bu moleküller, sürekli hareket halinde olduklarından etrafa
kolaylıkla yayılabilirler. Mutfakta pişen bir yemeğin kokusunu işte bu
nedenle arka odadan duyabilirsiniz.
Bir
maddeyi oluşturan moleküller hiçbir zaman sebebsiz yere birbirlerinden
ayrılmazlar. Molekülleri birbirinden ayırmak için belli bir sıcaklık
gerekmektedir. Suyun buharlaşması için belirlenmiş olan sıcaklık dünyada
varolan su miktarnın daima sabit kalmasını sağlayan su döngüsünün
başlıca sebebidir. Suyun bu özelliği dünyada yaşamın var olması için
Allah’ın yarattığı benzersiz bir tasarımdır.
Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde ellerinizin aşırı ısınmasının, bir
tahta parçası üzerinde döndürdüğünüz tahta çubuğun ateş almasının
nedeni de moleküllerin hareketidir. Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde
sürtünmeden etkilenen moleküller daha hızlı hareket etmeye başlarlar.
Ellerinizdeki sıcaklık hissi bu hareketten doğan enerjinin bir
sonucudur.
Moleküller hiç bitmeyen bir harekete sahip olmalarına rağmen, bizler
bunu çoğu zaman hissetmeyiz. Masa örtünüzdeki milimetrik desenlerde
bulunan moleküller de hareket halindedir, ama söz konusu desenlerin
bozulduğuna veya birbirine karıştığına hiç şahit olmazsınız. Yüzünüzü de
moleküller oluşturur ve bu moleküller de hareket halindedirler. Ama
yüzünüzde asla bu sebepten kaynaklanan bir şekil bozukluğu meydana
gelmez. Yeryüzündeki herşey, en ince milimetrik oranlara sahip olanlar
bile böyle bir hareketliliğe sahiptir. Fakat çevrenizde buna dair en
ufak bir delil yoktur.
Moleküllerin hareketleri gelişigüzel değildir. Sıvılarda
birbirlerinin üzerinden kayan, gazlarda birbirlerinden uzaklaşan,
katılarda ise birbirlerine sıkıca yaklaşan moleküller bu düzeni asla
bozmazlar. Bir bardağı oluşturan moleküller hiçbir zaman sebepsiz yere
dağılıp birbirlerinden ayrılmazlar. Bardağı moleküllerinden ayırmak için
belirli bir ısı gerekmektedir. Bu oran da yeryüzünde mükemmel bir ölçü
ile belirlenmiştir. Örneğin suyun, moleküllerine ayrışmasını sağlayan
ısı oranı bellidir. Ama aynı ısı, suyun içinde bulunduğu tencereyi
moleküllerine ayrıştırmaz. İşte bu nedenle tencere içinde rahatlıkla su
kaynatabiliriz. Tencere moleküllerinin birbirlerinden uzaklaşabilmeleri
için daha yüksek bir ısı gerekmektedir.
Böyle hassas ve sınırlı bir denge, bunu sağlayan ve bilim adamlarının
adına “doğa kanunu” dedikleri değişmeyen standartlar var olmasıydı ne
olurdu? Böyle bir denge olmasaydı o zaman yeryüzündeki herşey belirli
bir sıcaklıkta eriyebilirdi. Örneğin evrendeki herşey ısıdan, suyun
etkilendiği oranda etkilenseydi, kendi vücudumuzdaki proteinleri ve
hücreleri oluşturan moleküller de dahil olmak üzere evrende hiçbir şey
sabit kalmazdı. Ama hiçbir zaman böyle bir tehlike ile karşı karşıya
gelmeyiz. Çünkü evrendeki herşey için belirlenmiş bir denge ve oran
vardır. Suyun belirli bir ısıya geldiğinde buharlaşması, hayati önem
taşıyan bu molekül için çok önemli bir ayrıntı ve özel tasarlanmış bir
dengedir. Yeryüzündeki su döngüsü, bu buharlaşma sisteminin bir
sonucudur. Her molekül, yeryüzünün şu anki düzenini sağlayacak bir
özelliğe sahiptir. Bu da elbette herşey için belirli bir ölçü belirleyen
ve her ölçüyü birbiri ile kusursuz bir uyum içinde yaratan Allah’ın
kudretinin bir göstergesidir. Allah bir ayetinde şöyle belirtir:
… Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)