20 Haziran 2012 Çarşamba

Giriş


Bu kitabı elinizde tutarken aslında molekülleri tutuyorsunuz. Yanıbaşınızda duran kahvenizi yudumlarken aslında molekülleri içiyorsunuz, burnunuza gelen kahve kokusuyla aslında kahvenin yaydığı koku moleküllerini soluyorsunuz. Kahvenin tadını alan diliniz de tüm bu yazıları okuyan gözleriniz gibi biraraya gelmiş moleküllerden başka bir şey değiller. “Nefes alıyorum” derken gerçekte havadaki molekülleri içinize çekiyorsunuz. Moleküller sayesinde hissediyor, görüyor, koku ve tat alabiliyorsunuz. Etrafınızdaki herşey gibi aslında siz de moleküllerden oluşuyorsunuz.
Bu kitapta, Allah’ın, atomları ve atomlar arasındaki bağlantıları sebep kılarak yarattığı moleküller ve moleküllerdeki olağanüstü özellikler her okuyucunun anlayabileceği bir anlatımla incelenecektir. Gözle görülmeyen atomların, tüm evrendeki nesnelerin tamamını nasıl oluşturduklarını öğrenen ve bunun üzerinde akıl ve vicdan ile düşünen her insan, Rabbimiz’in sonsuz kudretini, aklını ve benzersiz yaratışını görecek, O’nun karşısında ne kadar aciz olduğu anlayarak, Allah’ın gücü karşısında boyun eğecektir.

Akıllı Tasarım yani Yaratılış

Kitapta zaman zaman karşınıza Allah’ın yaratmasındaki mükemmelliği vurgulamak için kullandığımız “tasarım” kelimesi çıkacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullanıldığının doğru anlaşılması çok önemli. Allah’ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz’in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’ın yaratmak için herhangi bir ‘tasarım’ yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah’ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah’ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca “Ol” demesi yeterlidir. Kuran’da Allah şöyle buyurmaktadır:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

Glikozu Oluşturan Atomlar Bazen Farklı Şekillerde Bağlanırlar


Glikoz, farklı bağlanma şekilleri ile farklı şeker molekülleri haline gelebilir. Bunlardan bir tanesi fruktozdur. Fruktoz genellikle meyve şekeri olarak adlandırılır. Çünkü meyve ve sebzelerde yaygın olarak bulunmakta, meyveye şekerli tadını bu molekül vermektedir. Ayrıca fruktoz, balın içindeki temel şeker maddesidir. Çünkü arıların balözü topladıkları çiçeklerin salgıladığı nektarlar birer fruktoz kaynağıdırlar. Bu molekülün başka önemli özellikleri de vardır. Fruktoz aynı zamanda spermin hareketi için de enerji sağlayan şekerdir. Spermin uzun ve mucizevi yolcuğundaki temel yakıt maddesidir.37
Glikoz ile fruktoz moleküllerinin biraraya gelmeleri sonucunda da bir başka şeker molekülü olan sukroz oluşur. Sukroz, günlük kullandığımız toz şekerdir. Özellikle şeker kamışı ve şeker pancarında bulunmaktadır. Sukroz aynı zamanda bitkilerde bol bulunan nişasta ve selülozun da yapısal elementini oluşturmaktadır. Çünkü bu önemli yapısal element, fotosentez işleminin önemli bir parçasıdır. Sukroz, fotosentez işleminde bir ara bileşik olarak yapraklarda ortaya çıkmakta ve bitkilerde bulunan iletim sistemi ile bitkinin diğer bölümlerine iletilmektedir. Sukroz, kendi moleküler özellikleri nedeni ile bitki içinde gidebileceği en son yere kadar herhangi bir yapısal değişikliğe uğramadan iletilir.38 Böylelikle bitki içindeki besin istenilen her yere kolaylıkla ulaştırılmış olur

17 Haziran 2012 Pazar

Atomdaki Mucize


Bir kapının kolunu tuttuğunuzda, arkadaşınızla el sıkıştığınızda ya da köpeğinizi okşadığınızda elinizde oluşan his, elinizi oluşturan atomlarda bulunan elektronlarla kapının kolundaki, arkadaşınızın elindeki veya köpeğinizin tüylerindeki atomlarda yer alan elektronların birbirlerinden etkileşiminden başka bir şey değildir. Soğuk bir havada dışarı çıktığınızda esen ve yürümenizi zorlaştıran şiddetli rüzgar, havada büyük bir hızla uçuşan atomların size yaklaşıp, sizi oluşturan atomlara çarpmasıdır. Bir sıvının kaynaması ise, içindeki atomların sıcağın etkisi ile hızlı hareket etmesidir. Kısacası, evrende var olan küçük büyük herşey atomlardan ve atomların hareketlerinden oluşmuştur.http:
Dünyanın en yüksek binalarından olan Empire State, atomlarının içindeki boşluğu kaldırdığımızda bir şeker kutusuna sığacak hacme ulaşacaktır. Ancak kütlesinden bir şey kaybetmeyecek ve bu küçük kutuyu en güçlü vinçler bile hareket ettiremeyecektir.
Atomu mucizevi kılan, olağanüstü küçüklükteki boyutu ve sahip olduğu özelliklerdir. Bir atomun çapı milimetrenin milyonda biri kadardır. Bu büyüklüğü daha iyi anlayabilmek için şu örneği verebiliriz: 100 milyon atomu yan yana koyduğunuzda elde edeceğiniz uzunluk sadece bir santimetredir. Elinizde tuttuğunuz kitabın ise tek bir sayfası yaklaşık 1 milyon atom “kalınlığındadır.”1 Bu olağanüstü küçük boyuttaki mucizenin, evrendeki istisnasız “herşeyi”, devasa yıldızları, gezegenleri, dağları, denizleri meydana getirdiğini bilmek ise buradaki mucizeyi ve olağanüstülüğü daha açık bir şekilde sergilemektedir.
Boyutları böylesine küçük olan atom hakkında bir başka şaşırtıcı gerçek ise, sahip olduğu bu küçük hacmin oldukça büyük bir kısmının boşluktan meydana gelmesidir. Atomun %99,9999999′u boşluktur. Geri kalan %0,1′den daha az kısmını ise atom altı parçacıklar olarak nitelendirdiğimiz proton, nötron ve elektronlar oluşturur. Nötron ve proton atomun içinde kenetlenmiş durumdadırlar ve çekirdeği oluştururlar. Çekirdeğin hacmi, atomun hacminin 10 milyarda biri kadardır. Elektronlar ise bu çekirdeğin etrafında hiç durmaksızın dönerler. Elektronlar öylesine küçüktürler ki, varlıkları elektron mikroskobu altında bir toz bulutundan başka bir şey değildir. Kütleleri, protonun kütlesinin 1/1840′i kadardır. Bu sayıyı daha iyi anlamak için küçücük bir noktayı 1840 parçaya böldüğünüzü düşünün. İşte elektron bu parçaların herhangi birinden çok daha küçüktür, çünkü proton görebildiğimiz tek bir noktadan milyonlarca kat daha az bir kütleye sahiptir. Bu durumda bahsettiğimiz alemin ne kadar küçük olduğu daha iyi anlaşılabilmektedir.2
Atomun dolu olduğu belirtilen kısmı işte bu kadar küçük parçacıklardan oluşmaktadır. Dünyanın en yüksek binalarından biri olarak kabul edilen New York’taki ünlü Empire State binasındaki atomların içindeki boşlukları kaldırmak mümkün olsaydı, geriye bir kutu şekerden daha küçük bir madde kalırdı. Buna karşın kütlesi değişmezdi ve bu küçük kutuyu en güçlü vinçler bile kaldıramazdı.3
Atomun içindeki boşluğu kaldırdığımızda atomun kütlesinin değişmemesinin nedeni, atomu oluşturan tüm yoğunluğun çekirdekte ve elektronda toplanmış olmasıdır. Bu nedenle çekirdek ve elektron her ne kadar atomun yalnızca %0,1′lik bölümünden daha küçük bir alanı kaplıyor olsa da, müthiş bir güce sahiptir.
Bir atom küçük olabilir. Bir santimetrenin sadece milyarda biri kadar bir çapa sahip olabilir, ama atom altı parçacıklar atomdan yüzbinlerce kez daha küçüktür. Atomun tamamına yakını da “boş”tur. Bir atom çekirdeğinin bir pirinç tanesi ile aynı boyutta olacak şekilde büyütüldüğünü düşünün. Bu durumda atomun büyüklüğü bir futbol stadyumu ile eş değerde olacaktır ve elektronlar ise tribünlerin etrafında uçuşan minik toz zerreleri olacaktır. 20. yüzyılın başlarında İngiliz fizikçi Sir Arthur Eddington bu gerçeği şu şekilde ifade etmiştir:
Bir masada oturuyorum ve bu yazıyı yazıyorum. Ancak bu “gerçek” masayı tarif ettiğimde, bilim dilinde benim anladığım, bunun bir “hayalet” olduğudur. Bu masa aslında, büyük bir kısmı boşluktan oluşan atomlardan meydana gelmiştir.4
Fizikçi ve psikolog Peter Russell söz konusu %0.0000001 maddenin ise bildiğimiz anlamda madde olmadığını şöyle açıklamaktadır:
Kuantum teorisinin gelişmesiyle fizikçiler atom altı parçacıkların dahi katı madde olmaktan uzak olduklarını keşfettiler. Aslında madde bile sayılamazlar, en azından bildiğimiz madde değiller. Tam olarak ayrıştırılamazlar ve ölçülemezler. Genellikle parçacıktan daha çok radyo dalgalarını andırırlar. Kesin bir yere sahip olmayan, ama var olma potansiyeli olan belirsiz bulutlar gibidirler. Madde dediğimiz şey her ne ise, eğer varsa da çok az bir maddeye sahiptir.5
Fizik profesörü ve Max-Planck Fizik Enstitüsü Başkanı Hans-Peter Dürr ise “madde maddeden yapılmamıştır”6 sözleriyle bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.
Özetlemek gerekirse, biz her ne kadar dokunduğumuz maddeyi sert olarak algılasak da, maddenin temelinde bu sertliği, katılığı sağlayacak bir malzeme bulunmamaktadır. Maddeyi oluşturan atomlar boşluklardan ve enerji dalgalarından meydana gelmektedir.

Atomu Birarada Tutan Parçalar

Gözle görülmeyecek kadar küçük parçacıkların nasıl olup da bir boşlukta düzenlenerek atomu oluşturabildikleri önemli bir sorudur. Bu parçacıklar, atomu çok özel bir tasarım ile meydana getirmektedirler. Bu tasarımın en önemli özelliklerinden biri, parçaların birbirlerini itmelerini ve çekmelerini sağlayan temel kuvvetlerin varlığıdır. Bu temel kuvvetler, atmosfer basıncından dünyanın yörüngesine kadar evrendeki tüm hassas dengeleri kontrol altına aldıkları gibi, atomu oluşturan parçacıklar üzerinde de etkilidirler. Bu dört temel kuvvet; Güçlü Nükleer Kuvvet, Zayıf Nükleer Kuvvet, Yerçekimi Kuvveti ve Elektromanyetik Kuvvet’tir.
Bu kuvvetler öylesine hassas bir orana sahiptirler ki, bu orandaki en küçük bir değişiklik, canlılığın yok olmasına, gezegenlerin birbirleriyle çarpışıp birer toz bulutu haline gelmesine ve dolayısıyla evrenin silinip gitmesine neden olabilir. Örneğin Yerçekimi Kuvveti biraz farklı olsa, yıldızların sabit konumu etkilenecek, yıldızlar ya birbirlerinden uzaklaşarak uzay boşluğunda başıboş dolaşacaklar ya da birbirlerine gitgide yakınlaşarak çarpışacaklardır. Dört temel kuvvet, devasa boyutlar için olduğu kadar en güçlü mikroskoplar altında bile zorlukla görülebilen mikro alemler için de denge sağlayacak kusursuz oranlarla yaratılmışlardır. Her bir kuvvet, evrende üstlendiği görevi yerine getirebilmek için planlanmış özel bir tasarımın ürünüdür. Bu tasarım ise, en küçükten en büyüğe kadar her varlığı kusursuzca yaratan Allah’a aittir.  Allah, yerde ve gökte en küçükten en büyüğe kadar herşeyin bilgisine sahip olduğunu bir ayette şöyle bildirmektedir:
… Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O’ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Sebe Suresi, 3)
Bu kuvvetlerden Güçlü Nükleer Kuvvet, atomun içinde son derece büyük ve önemli bir denge sağlar. Normal şartlarda atomun içinde protonların birbirlerini itmeleri ve mümkün olduğunca birbirlerinden uzaklaşmaları gerekmektedir. Çünkü protonlar artı yüklüdürler ve aynı yükler birbirlerini daima iterler. Ancak evrende var olan Güçlü Nükleer Kuvvet sayesinde protonlar, yüksüz olan nötronlarla birlikte çekirdekte birbirlerine kenetlenmiş haldedir. Bir başka deyişle Güçlü Nükleer Kuvvet, protonları birarada tutarak atomun merkezindeki çekirdeği oluşturur. Bu gücün şiddetini anlayabilmek için atom bombasının meydana getirdiği etkiyi düşünmek yeterlidir. Bu bomba, atom çekirdeğine bir parçacık -genellikle nötron-, fırlatılması ile çekirdeğin parçalanması sonucunda oluşmaktadır. Çekirdek parçalandığında, çekirdekteki proton ve nötronları birarada tutan kuvvet açığa çıkmakta, karşısına çıkan her canlıyı “kül” haline getiren ve radyoaktif etkisi yıllarca devam eden benzersiz bir güç oluşmaktadır. Bu, sadece, gözle görülmeyen bir atomun içine gizlenmiş olan ve karşısındaki insanları aciz ve savunmasız bırakan bir kuvvettir. Çekirdeğe etki eden söz konusu Güçlü Nükleer Kuvvet öylesine dengelidir ki, evrenin oluşumundan beri maddenin var olması ve aynı zamanda bir denge içinde varlığını sürdürmesi için en uygun değere sahiptir. Eğer söz konusu kuvvet biraz daha güçlü olsaydı proton ve nötronlar birbirlerinin içine geçerlerdi. Eğer biraz daha az olsaydı, bu parçacıklar birbirlerinden ayrılıp uzaklaşırlardı. Bu durumda canlı veya cansız varlıklardan, Dünya, Güneş veya evrenden kuşkusuz söz edilemezdi.
Evrendeki tüm dengeleri kontrol altına alan dört temel kuvvet, öylesine hassas bir orana sahiptir ki, bu orandaki küçük bir değişiklik, canlılığın yok olmasına sebep olabilir. Hassas orandaki küçük bir bozulma, gezegenlerin birbirleriyle çarpışıp birer toz bulutu haline gelmesine ve dolayısıyla evrenin silinip gitmesine neden olabilir.
Atomları kararlı ve dengeli bir yapıda tutmaya yarayan bir diğer güç ise Zayıf Nükleer Kuvvet’tir. Özellikle içinde fazla sayıda nötron ve proton olan atomlar için önemli olan bu kuvvet, atomun içinde bir nötronun protona dönüşmesi gibi bir durumda atomun parçalanmasını engellemektedir. Bu son derece önemli bir önlemdir, çünkü hatırlanacağı gibi atomun parçalanmasının anlamı bir atom bombasının oluşmasına neden olan gücün açığa çıkmasıdır. Bazı atomlarda kontrolsüzce meydana gelebilecek bu durum büyük bir tehlikedir ve Zayıf Nükleer Kuvvet’in etkisi sonucunda ortadan kalkmaktadır.
Atomun içinde Güçlü ve Zayıf Nükleer Kuvvetler’in, proton veya nötron kadar etki etmediği bir parçacık vardır: Elektron. Elektronun diğer parçacıklar kadar etkilenmemesinin nedeni diğerlerine göre çok daha küçük olmasıdır. Elektronların, çekirdeğin çevresindeki yörüngelerinden ayrılmadan dönmelerinin nedeni, onlara etki eden Elektromanyetik Kuvvet’tir. Elektron, sahip olduğu eksi elektrik yükü nedeni ile, artı yüklü çekirdeğin çevresinde hiç durmadan döner. Dönüşü sırasında ortaya çıkan merkez kaç kuvveti, Elektromanyetik Kuvvet ile dengelenir ve böylece elektron yörüngede kalır. Elektromanyetik Kuvvet’in hassas değeri ise elektronların çekirdeğe yapışmalarını veya çekirdekten tamamen uzaklaşmalarını engellemektedir. İşte “atom”un yapısı bu şekilde oluşur.
Molekülleri tanıyabilmek için büyük bir öneme sahip olan elektronlara geçmeden önce, atomun şimdiye kadar kısaca anlattığımız yapısı hakkındaki detaylar üzerinde biraz düşünelim. Şu ana kadar okuduğunuz bilgiler, herhangi bir fizik kitabında bulabileceğiniz bilgilerden farklı değildir. Ancak o tip kitaplarda atomun yapısındaki mükemmelliğin, insanı düşündüren mucizevi yönünün vurgulandığına pek şahit olmamışsınızdır. Milimetrenin milyonda biri büyüklüğündeki cansız parçacıkların, büyük bir ustalıkla ve eksiksiz bir tasarımla biraraya gelerek nasıl canlılığı ve cansız maddeleri oluşturdukları, milyarlarca yıldızı, ırmakları, gökyüzünü, dağları, çiçekleri, insanı, denizleri nasıl meydana getirdikleri ve bunlara nasıl olup da bir düzen verebildikleri genellikle üzerinde durulmayan konulardır.
Yine çoğu kez sözü edilmeyen çok önemli bir gerçek vardır: Evrendeki dört temel kuvvetin şiddetleri birbirinden çok farklıdır ve bu fark çok ince bir dengeye dayanmaktadır. Örneğin Güçlü Nükleer Kuvvet, Yerçekimi Kuvveti’nin değerinden yaklaşık “milyar kere milyar kere milyar kere milyar kere milyar” kadar daha büyüktür. Güçlü Nükleer Kuvvet ile Elektromanyetik Kuvvet arasında ise “milyon kere milyon”dan daha büyük bir fark bulunmaktadır.
Eğer bu değerler biraz farklı olsalardı ne olurdu?
Protonlar çekirdekte birarada durmaz, elektronlar etrafa dağılır ve evrende tek bir tane bile atom olmazdı. Tüm evren, radyasyondan ibaret olurdu. Yıldızlar, gezegenler ve insanlar var olamazdı.
Nötron bir uranyum veya bir plütonyum tarafından yakalandığında reaksiyon zinciri başlar. Ortaya çıkan dengesizlik çekirdeği bölünmeye, enerji ortaya çıkarmaya ve açığa çıkan iki nötronu daha fazla çekirdek bölünmesi için serbest bırakmaya zorlar. Tek bir atomun parçalanmasıyla ortaya çıkan kuvvet devasadır.
Örneğin şu anda eğer bedeninizi oluşturan atomların Güçlü Nükleer Kuvvet’i birazcık olsun zayıflasa, vücudunuz bir anda tuzla buz olur. Bunun için sadece “binde birlik” bir oynama bile fazlasıyla yeterlidir.
Ama bedeninizi ve diğer maddeleri oluşturan atomlar, dört temel kuvvetin hassas dengesi sayesinde hep istikrarlı olarak dururlar. Dört temel kuvvetin değerlerindeki bu hassasiyet, bilim adamlarını son derece şaşırtmıştır. Bu bilim adamlarından biri olan ünlü astrofizikçi Paul Davies, şu yorumu yapar:
Eğer biraz daha farklı sayısal değerler seçilmiş olsaydı, evren çok daha farklı bir yer olacaktı. Ve büyük olasılıkla onu görmek için biz burada olamayacaktık… İnsan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hale gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki bu bulgular, evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.7
Evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olması, yaratılmış olması demektir.
Bu gerçeğin bir diğer ilginç yönü ise, kullanılan kavramları biraz incelediğimizde ortaya çıkar. Bilim adamlarının evrendeki fiziksel güçleri “Dört Temel Kuvvet” olarak tanımladıklarını belirtmiştik. Ama tanımlama, neden böyle kuvvetlerin var olduğu ve neden çok dengeli oldukları sorusunu açıklamaz. Eğer bu tanımların daha ötesine gidersek, evreni, gerçekte tek bir Kudret Sahibi’nin her an düzen içinde tuttuğu gerçeği ile karşılaşırız.
Modern fiziğin ulaştığı bu gerçek, aslında Allah’ın Kuran’da 1400 yıl önce bildirdiği bir sırrın keşfinden başka bir şey değildir:
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)
Biraz düşünen, aklını ve vicdanını kullanan her insan için, %99.9999999′dan fazlası boşluktan oluşan bir atomun bu kadar önemli özelliklere sahip olması, Allah’ın yaratışının mucizelerinden biridir.    Allah’ın yarattıklarında inananlar için deliller olduğunu Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (Yunus Suresi, 6)
Atomun bu kusursuz yapısı, içinde daha pek çok özelliği barındırmaktadır. Bunlardan en önemlisi atomların biraraya gelerek molekülleri oluşturmalarıdır. Bu konuya geçmeden önce moleküllerin meydana gelişinde en önemli role sahip olan elektronları inceleyelim.
Atomdaki MucizeSıradan bir madde, molekülleri meydana getirmek için elektromanyetizma ile biraraya gelen ve böylece katı, sıvı ve gazları oluşturan atomlardan oluşur. Atomlar, bir elektron bulutu ile sarılmış olan yoğun bir çekirdekten oluşurlar. Elektromanyetik Kuvvet, çekirdeği ve elektronları birarada tutar. Çekirdek, proton ve nötronlardan meydana gelir. Bunlar birbirlerine Güçlü Nükleer Kuvvet ile bağlanmışlardır. Proton ve nötronların her biri üç kuarktan oluşur. Bunlar da Güçlü Nükleer Kuvvet ile biraraya gelirler.

Atomun En Dış Sınırı: Elektronlar

Elektronlar, sahip oldukları yoğun enerjinin ve kendilerine etki eden kuvvetlerin tesiriyle, hem kendi çevrelerinde hem de çekirdeğin çevresinde belirli bir yörüngede durmaksızın dönerler. Elektronların, sahip oldukları enerji sayesinde gerçekleştirdikleri bu dönüş, evrendeki dengenin en önemli sebeplerinden biridir.
Atomun içinde, -son dönemlerde keşfedilmiş daha küçük parçacıkları dikkate almazsak- temel parçacıkların en küçüğü elektronlardır. Elektronlar, proton ve nötronların neredeyse ikibinde biri kadardır. Elektronların enerjileri oldukça yoğundur. Elektronların, çekirdek çevresinde belirli yörüngeleri vardır. Sahip oldukları yoğun enerjinin ve kendilerine etki eden kuvvetlerin tesiri ile bu yörüngelerde hem kendi çevrelerinde hem de çekirdeğin çevresinde durmaksızın dönerler.
Elektronların sahip oldukları enerji ile son derece kusursuz bir denge meydana gelir. Bu dengeyi şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Uzun bir çubuğun ucunda geniş bir tabağı sabit tutmanız normal şartlarda imkansızdır. Ama eğer tabağı belli bir hızda döndürürseniz, tabak çubuğun ucunda durur. Tabak, hızını kaybettiğinde ise kaçınılmaz olarak düşüp kırılacaktır. Dolayısıyla böyle bir denge için gerekli olan tek şey uygun düzeyde enerjidir. İşte evrendeki başlıca dengelerin temelindeki sır budur. Gezegenleri Güneş’in, elektronları ise atom çekirdeğinin çevresinde tutan gücün kaynağı bu enerjidir. Elektronlar büyük bir hassaslıkla ayarlanmış bu enerji sayesinde çekirdeğin çevresinde hiç durmadan dönerler. Yüksek enerjileri nedeniyle yaptıkları bu dönüş hareketi onların çekirdeğin etrafından savrulup uzaklaşmalarını engellemektedir.
Elektronların dönüş hızı ise gerçekten hayret vericidir. Elektronlar, çekirdeğin çevresinde saniyede 1.000 km. gibi olağanüstü bir hızla dönerler.8 Bu yüksek hıza rağmen birbirleriyle asla çarpışmazlar. Bunun nedeninin elektronların eksi yüklü olması ve dolayısıyla birbirilerini itmeleri olduğu kabul edilir. Ancak bu cevap, ortada çok büyük bir mucize olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Neden elektronlar eksi yüklüdür? Neden aynı yükler birbirini iter? Birbirini iten bu parçaçıklar nasıl yörüngeye oturmuşlardır? Tüm bu sorular, bize bir kez daha atomdaki hassas denge ve tasarımı gösterir. Kimi atomlarda ise çekirdeğin çevresinde 100′den fazla elektron dönmektedir. Toplam 7 yörüngeye dağılmış olan elektronların hiçbir karışıklık çıkarmadan, birbirleri ile çarpışmadan, müthiş bir düzen içinde hızla dönmeleri, kusursuz bir tasarımın eseridir.
Çekirdeğin etrafında yedi farklı enerji düzeyi, yani yedi farklı yörünge vardır. Elektronlar sahip oldukları enerji seviyelerine göre bu yörüngelerden birine tutunurlar. Kütleleri ve hızları daima birbirinin aynı olan elektronların neden farklı enerji seviyelerine sahip oldukları ise dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Evrende var olan sistemde, birbirinden farklı yörüngeleri, birbirlerinden farklı boyut ve hızdaki maddeler meydana getirirler. Buna verilebilecek en iyi örnek Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerdir. Her biri birbirinden farklı kütlelere ve farklı hızlara sahip olan gezegenler, bunun doğal bir sonucu olarak birbirlerinden farklı yörüngelerde dönerler. Ancak elektronlar için bu kural geçerli değildir. Birbirlerinden herhangi bir farkları bulunmayan, kütleleri ve hızları daima aynı olan bu parçacıkların farklı enerji seviyelerine sahip olmaları için aslında hiçbir sebep yoktur. Bu, Allah’ın yarattığı son derece özel bir tasarımdır. Çünkü moleküllerin oluşabilmeleri için birbirinden farklı olan bu yörüngelerin varlığı şarttır. Atomun içinde birbirinden farklı yörüngeler bulunması, bizleri ve tüm evreni oluşturan molekülleri meydana getirmektedir. Aynı zamanda renkleri de oluşturmaktadır çünkü çeşitli renklerin varlığının nedenlerinden biri, farklı yörüngelerdeki elektronların birbirlerinin yörüngelerine atlamalarıdır.
Gözle görülmeyen atomun içinde, sadece bir bulut kümesi gibi bulunan elektronların sahip oldukları özellikler, molekülleri oluşturmak için kurulmuş olan kusursuz düzen ve gözle görülmeyen bu alemin canlı ve cansız tüm varlıkların temelini oluşturması, oldukça önemli bir konudur. İleride daha da detaylı olarak görüleceği gibi, bu düzenin tek bir aşaması veya parçası dahi tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmel bir tasarıma sahiptir. Bu kusursuz ve üstün sanatın sahibi ise Allah’tır. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

DİPNOTLAR

1.  Phil Roxbee Cox – Max Personage, Atom ve Molekül, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Nurol Matbacılık 1999, sf. 6
2. Phil Roxbee Cox-Max Personage, Atom ve Molekül, Tübitak Yayınları, 1999, Ankara, sf. 6
3. Phil Roxbee Cox – Max Personage, Atom ve Molekül, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Nurol Matbacılık 1999, sf. 6
4. http://216.239.37.100/search?q=cache: 92d1mfJmodkC:www.transpersonal-web.com/wolf.shtml+%22Arthur+Eddington%22%2Batom%2Bghost&hl=en&ie=UTF-8
5.  Peter Russell, From Science to God, The Mystery of Consciousness and the Meaning of Light, 4. Bölüm, Illusions of Reality; http://www.peterussell.com/SG/ch4. html
6. Peter Russell, From Science to God, The Mystery of Consciousness and the Meaning of Light, 4. Bölüm, Illusions of Reality, http://www.peterussell .com/SG/ch4.html
7. Paul Davies, The Accidental Universe, Cambridge: Cambridge University Press, 1982, Önsöz
8. http://www.madsci.org/archives/nov2000 / 974298400.Ph.r.html

Share this:

Moleküldeki Kusursuz Tasarım


                                                                                                             Elinizde tuttuğunuz kitap, televizyonun camı ve mobilyası, yanınızda duran meyve tabağı, oturduğunuz koltuk, yerdeki parkeler, tavandan sarkan avize, halı, eliniz, tırnaklarınız, içtiğiniz su… Bunların her biri birbirinden tamamen farklı özelliklere sahip maddelerdir. Peki her biri atomlardan meydana gelen bu maddeler nasıl olur da birbirlerinden bu kadar farklı özelliklere ve görünüme sahip olabilir? Bu sorunun cevabı moleküllerde saklıdır. Doğada var olan yaklaşık 109 farklı atomun çeşitli miktarlarda ve çeşitli şekillerde biraraya gelmesi yeryüzündeki bu müthiş çeşitliliği meydana getirmiştir.
Sadece 109 atomun farklı kombinasyonlarla biraraya gelmesiyle oluşan çeşitlilik gerçekten olağanüstüdür. Oluşan her maddenin bir veya birkaç kullanım yeri vardır ve birçoğu canlılık için hayati öneme sahiptir. Şimdi bir düşünelim. Siz 109 ayrı parçanın kombinasyonu ile kaç farklı madde meydana getirebilirsiniz? Ayrıca bu maddelerin tümünün kullanılabilir olmasını sağlayabilir misiniz? Elbette verebileceğiniz sayı sınırlıdır. Oysa hayranlık verici bir yaratılış ile bu 109 farklı atom, muazzam çeşitlilikte sayısız maddenin dışında, koku, tat, renk, sertlik, yumuşaklık, akışkanlık, uçuculuk gibi detaylar da meydana getirirler. Bu muhteşem sanat eşsiz güzellikleri ve çeşitliliği sağlarken, yaşamın meydana gelmesi için de gereklidir. Örneğin, sadece suyun üç farklı halde bulunabilmesi bile yaşamın temel sebeplerinden birini oluşturmaktadır. (Bu konuya ileride daha detaylı olarak değinilecektir.)
Peki bu 109 atom nasıl milyarlarca farklı molekül meydana getirir? İşte elektronların önemi burada ortaya çıkar. Bir molekülün oluşması için elektronlar bir atomdan diğerine iletilir veya iki atom arasında ortak kullanılırlar. Böylelikle ortaya en az iki atomdan oluşan bir molekül çıkar. Bahsettiğimiz bu işlem elbette tek bir cümle ile açıklanamayacak kadar komplekstir. İki atomun söz konusu elektron alışverişi “kimyasal bağ” olarak adlandırılır. Ancak ortada aslında herhangi bir bağ yoktur. Sadece bir elektron iki atom arasında gidip gelmektedir. Atomları birbirlerine bağlayan unsur elektronun bir atomdan diğerine yaptığı bu yolculuktur. Elektronların paylaşımı anlamına gelen bu kimyasal bağların şekli, biraraya gelen atomların niteliği ve sayıları, molekülün de niteliğini belirler. Konuyu daha iyi anlamak için öncelikle moleküllerin oluşmasını sağlayan söz konusu kimyasal bağları incelemek yerinde olacaktır.

Molekülleri Oluşturan Kimyasal Bağlar

Serbest halde dolaşan bir atom, çevresindeki diğer atomların itme veya çekim kuvvetinin etkisi altındadır. Bu etkiyle iki atom birbirine yaklaşır ve birleşir, yeniden düzenlenir ve kararlı bir yapıya ulaşırlar. “Kararlı yapı”dan kastedilen, bu atomların proton ve nötronlarının birbirlerine uyum sağlamaları, kendi özelliklerini bırakarak beraber yeni bir özelliğe sahip olmaları, yepyeni bir madde oluşturmalarıdır. Örneğin, biraraya gelmiş olan iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu yepyeni bir ürün ortaya çıkarabilmek için tümüyle değişmişlerdir. Meydana getirdikleri kararlı yapı ise “su” molekülüdür.
Çevrenizdeki yüksek binalar, eviniz, bahçenizdeki masa, yediğiniz meyve, içtiğiniz su… Bunların her biri farklı özelliklere sahip farklı maddelerdir. Doğada var olan yaklaşık 109 atomun çeşitli miktarlarda ve çeşitli şekillerde biraraya gelmesi, yeryüzündeki bu müthiş çeşitliliği meydana getirmiştir. Bu 109 atom, birbirinden farklı maddeler meydana getirebildikleri gibi, koku, tat, renk, sertlik, yumuşaklık, akışkanlık, uçuculuk gibi hayati detaylar da meydana getirebilirler. Şimdi bir düşünün: Siz 109 ayrı parçanın kombinasyonu ile farklı özelliklere sahip kaç farklı madde oluşturabiliriniz? Elbette verebileceğiniz sayı sınırlıdır. Bu kadar sınırlı ham madde ile böylesine muazzam bir çeşitlilik, kuşkusuz Allah’ın yüce sanatıdır.
Ortaya çıkan ürünün kararlı olması önemlidir. Çünkü kararsız olma durumunda parçalanır. Bu kararsızlığı şuna benzetebiliriz: Bir organ nakli sırasında vücuda giren yeni bir organ, eğer vücuda uyum sağlayamazsa, vücudun kararlı yapısını bozar ve tüm metabolizmayı altüst eder. Benzer şekilde, birleşen atomların da birbirlerine uyum sağlayarak kararlı bir yapı meydana getirmeleri gerekir.
Meydana gelen moleküllerin kararlı olmaları için elektronlarının özel bağlanma şekilleri vardır. Her atom, kendisi için hangisi uygunsa o bağlanma şeklini kullanır. Şimdi hayati önem taşıyan bu bağlanma şekillerinin neler olduğunu inceleyelim.

Elektron Alışverişi Yapan Atomlar İyonik Bağlar Kurarlar

Atomların arasındaki elektron alışverişi, yeni bir iş kurmak için sermayelerini birleştiren ortaklara benzer. Yeni bir tesis açabilmek için ortaklardan birinin yeterli miktarda sermayesi olmadığında, bir başkasından gerekli olan miktarda sermaye alarak, o kişiyi ortağı ilan eder. Böylece iki ortaklı bir iş anlaşması gerçekleşmiş olur. Sermaye daha büyüdüğünde, ortakların sayısı da artabilir.
Atomlar ancak en dış yörüngelerindeki elektron sayılarını 8′e tamamladıklarında kararlı bir yapıya ulaşırlar. Neon atomu, en dış yörüngesindeki 8 elektronu ile son derece kararlı bir atomdur.
Atomların arasındaki alışveriş de buna benzetilebilir. Çekirdeğin çevresinde dönen elektron yörüngelerinden daha önce bahsetmiştik. Atomlar, en dış yörüngelerinde bulunan elektron sayısını daima 8 yapma eğilimindedirler. Ancak bu şekilde “kararlı” bir yapıya sahip olabilirler. Atomların elektronlarını 8′e tamamlamaları içinse yukarıda anlattığımız gibi bir ortaklık kurmaları gerekmektedir. En dış yörüngelerindeki elektronları, ya sermayelerini tamamlayıp ortaklık kurmak için bir başka atoma vermeli veya bir başka atomdan sermaye yani elektron almalıdırlar. Bu alışveriş sonrasında elektron veren atom artı yüklü, elektron alan atom ise eksi yüklü olacaktır. Zıt kutuplar birbirlerini çektikleri için bu iki atom artık birbirlerinden ayrılamazlar. Bu şekilde kurulan bağlara “iyonik bağ” denir ve bu bağlanmanın sonucunda bir molekül oluşur.
Atomlar arası alışverişte fazla sayıda elektron transferi için büyük miktarda enerji gerekmektedir. İşte bu nedenle en makul ortaklık belirlenir. Örneğin klor atomu en dış yörüngesinde yedi elektrona sahip bir atomdur. Yedi elektronunu bir başka atoma vermektense bir başka atomdan tek bir elektron alması onun sermayesini tamamlamasına yetecektir. Kendisine elektron vermeye en uygun atom ise, sahip olduğu tek fazla elektron sebebiyle sodyumdur. Sodyum, tek fazla elektronunu klora vererek sodyumklorür molekülünün oluşmasını sağlar. İşte bu ortaklık sonucunda günlük hayatta kullandığımız tuz ortaya çıkar. Bildiğimiz sofra tuzu, aslında bu iki atomun elektron alışverişinden başka bir şey değildir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da, tuzu oluşturan sodyumun aslında patlayıcı, klorun ise zehirli olmasıdır. Kusursuz ve planlı bir tasarımın sonucunda patlayıcı ve zehirli atomların karışımdan ihtiyacımızı karşılayan bir madde ortaya çıkmaktadır.
Sodyum atomu, yedi elektrona sahip olan klor atomunun kararlı bir yapıya ulaşması için sahip olduğu tek elektronu klor atomuna verir. İyonik bağ ile birleşen bu iki atomun oluşturduğu molekül sodyumklorürdür. Bu da günlük hayatta kullandığımız sofra tuzunun formülüdür. Dikkat çekici en önemli nokta ise, sofra tuzunu oluşturan bu atomlardan sodyumun patlayıcı, klorun ise zehirli olmasıdır.
Konuya başlarken verdiğimiz iş ortaklığı örneği, akıl ve bilgi sahibi iki insan arasında, belli değerlendirmelerin ve karşılıklı görüş alışverişinin yapılmasının ardından gerçekleştirilen, kar-zarar hesabı yapılmış, bilinçli bir ortaklıktır. Bilinçli olmasına rağmen, beraberinde pek çok sorun getirebilir, bugünün değerlendirmeleri ile yarınınkiler uyuşmayabilir. Oysa bir molekülün içinde gerçekleşen ortaklık alışverişi çok sağlam ve kusursuzdur. Her atom, adeta dış yörüngesinde sekiz sayısına ulaşması gerektiğini biliyor gibi davranmaktadır. Bu ortaklık şimdiye kadar ne yedi elektronla ne de dokuz elektronla gerçekleşmiştir. Doğru bir sonuca ulaşabilmek için atomların dış yörüngelerindeki elektron sayısını hesaplamanın yanı sıra, bir hesap daha yapmaları ve bir başka atoma elektron vermelerinin mi yoksa elektron almalarının mı daha karlı olacağını tespit edebilmeleri gerekir.
Peki bu bilinç atoma mı aittir? Atom bunu planlayarak ya da farkında olarak mı yapar? Elbette bu mümkün değildir. Söz konusu akıl ve bilinç atomları yaratan, onlara sistemli ve kusursuz davranmalarını ilham eden Allah’a aittir.
Atomların birbirleri ile bağlar kurmalarını sağlayan, kimyasal reaksiyonlara izin veren bu kimyasal yapı, başlı başına bir mucizedir. Eğer atomların, yörüngelerindeki elektronları belirli bir sayıya tamamlama gibi bir eğilimleri olmasaydı, evrende hiçbir kimyasal bağ ve reaksiyon gerçekleşmeyecek ve dolayısıyla yaşam da mümkün olmayacaktı. Peki neden atomlar böyle bir eğilime sahiptirler? Bilim adamlarının bu soruya getirebildikleri bir cevap yoktur.
Atomların yapısının, yaşam için en uygun şekilde olmasının tek açıklaması yaratılmış olmasıdır. Atomların yapısı, bağların oluşmasına imkan verecek şekilde belirlenmiştir ve Allah, yeryüzünde bu mükemmel düzene olanak verecek doğa kanunları yaratmıştır. Bu, bizlere tüm evreni Allah’ın yarattığı ve bu yaratılışta bir amaç ve hikmet olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Bu, Allah’ın yaratmasıdır. Şu halde, O’nun dışında olanların yarattıklarını bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 11)

Atomlar, Birbirlerinin Elektronlarını Paylaşır ve Kovalent Bağlar Kurarlar

Kimi zaman atomların birbirlerine verecek kadar çok elektronları olmayabilir. Veya atomlar birbirlerine elektron vermek dışında farklı bir bağlanma şeklini tercih edebilirler. Böyle zamanlarda kendileri için gerekli olan elektronları ortaklaşa kullanırlar. Bu adeta aralarından nehir geçen ve bir köprü ile birleşen iki kara parçası gibidir. Aradaki birleştirici köprüyü elektronlar oluştururlar. Elektronların bu şekilde ortak kullanılmaları, atomlar arasındaki kovalent bağ olarak adlandırılır. Yeryüzünde, önemli pek çok molekül bu bağı kullanarak meydana gelmektedir.
Atomların bu ortaklıklarını daha iyi anlayabilmek için verilebilecek en iyi örnek, hidrojendir. Hidrojen sadece bir elektrona sahip olduğu için son derece basit bir atomdur ve kararlı olabilmesi için bu tek elektronu ikiye tamamlamaya çalışır. Bunun nedeni şudur: Daha önce atomların sahip oldukları yörüngelerde belli sayılarda elektronların bulunması gerektiğini, en son yörüngelerinde mutlaka sekiz elektronun dolaşması gerektiğini belirtmiştik. Bunun tek istisnası ilk yörüngedir; bu yörüngenin ideal elektron sayısı ikidir. Dolayısıyla tek bir yörüngede tek bir elektrona sahip olan hidrojenin kararlı hale gelebilmesi için bir elektron daha edinmesi yeterlidir. Bunun için hidrojen, çeşitli atomlarla bağ kurar. Atmosferde bulunan hidrojen gazı da iki hidrojen atomunun kovalent bağ ile birleşmiş halinden başka bir şey değildir.
Oksijen de aynı şekilde en dış yörüngesinde altı elektrona sahip bir atomdur. Kararlı olabilmesi için elektron sayısını sekize çıkarması gerekmektedir. Bunun için kendisi ile kovalent bir bağ kurabilecek iki hidrojen atomuna ihtiyacı vardır. Çünkü hatırlanacağı gibi, tek bir hidrojen atomu tek bir elektrona sahiptir.
Bu oranlar ne oksijen ne de hidrojen için rastgele belirlenmiş oranlar değildir kuşkusuz. Oksijenin, altı elektrona sahip olması ve iki hidrojen atomunun onu tamamlayabilmesi de bir tesadüf değildir. Söz konusu karşılıklı uyum sayesinde yaşam için en gerekli olan maddelerden biri olan su oluşur. Bu oranları belirleyen, birbirleri ile uyum içinde atomları ve suyu yaratan Allah’tır. Bu gerçek ayette şu şekilde bildirilir:
… Böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz. (Hicr Suresi, 22)

Bazı Atomlar Hidrojen Bağları ile Bağlanırlar

Renkli mikrograf (STM) ile çekilmiş DNA çift sarmalının görüntüsü
Eğer bir hidrojen atomu iki atom tarafından ortaklaşa kullanılırsa bu bağa hidrojen bağları adı verilir. Bunun için söz konusu iki atomun negatif elektrik yüküne sahip olması gerekmektedir. Buna verilecek en iyi örnek oksijen ve azot atomlarıdır. Hidrojen, oksijen ve azot atomuna kovalent olarak bağlanabilir. Bu atomlarda bulunan elektronlar, oksijen ve azot atomlarına hidrojenden daha yakın durumdadırlar. Bunun da nedeni bu atomların çekim kuvvetlerinin daha güçlü olmasıdır. Dolayısıyla hidrojenin ve bağlanacağı diğer atomun elektronları hidrojen atomundan uzaklaşırlar. Eksi yüklü elektronların hidrojenden uzaklaşmaları hidrojeni pozitif duruma getirir ve iki negatif yüklü atom arasında hidrojeni sabit tutar. İki atom arasında dolaşan hidrojen atomu böylelikle bir bağ haline gelir ve iki atom arasında bir hidrojen bağı oluşmuş olur.
Hidrojen bağları zayıf bağlardır. Bir bağın “zayıf” olmasının anlamı, bu bağın kopması için az miktarda enerjinin yeterli olmasıdır. Zayıf bağlar organizmada bulunan büyük moleküllerin şekillenmesinde çok önemli bir rol oynarlar. Bunun nedeni bu bağların “esnek” olmasıdır. Meydana getirdikleri maddeye esneklik kazandırırlar. Ancak bu esneklik sırasında bağlarda herhangi bir kopma meydana gelmez. Hidrojen bağlarının bu ayrıcalığı yeryüzündeki pek çok molekül için oldukça büyük bir önem teşkil etmektedir. Buna verilebilecek en açık örnek DNA molekülüdür. Bu molekülün vücutta meydana getirdiği birbirinden mucizevi işlemler, büyük ölçüde sahip olduğu hidrojen bağlarının bir sonucudur. Bu konuya ve hidrojen bağları sayesinde ayrıcalık elde eden diğer moleküllere sonraki sayfalarda detaylı olarak değineceğiz.
DNA’yı oluşturan moleküller hidrojen bağı ile birleşirler. Bu bağ, DNA gibi hayati önemde bir molekül için son derece özel bir tasarımdır. Molekülün vücutta meydana getirdiği birbirinden mucizevi işlemler, büyük ölçüde sahip olduğu hidrojen bağlarının esnekliğinin bir sonucudur. Nükleotidler, polimerlere şeker ve fosfat grupları yoluyla kovalent olarak bağlanırlar. Bu reaksiyon sırasında bir molekül su açığa çıkar. Kovalent olarak bağlanmış olan şeker ve fosfat grupları DNA’nın belkemiğini oluşturur. Nitrojen bazları içeriye doğru yönelirler. Burada pek çok zayıf hidrojen bağı sarmalın iki parçasını birleştirirler.
Molekül konusunu işlerken sık sık hatırlamamız gereken bir gerçek vardır. Sizi ve sizin yaşamınızı oluşturabilmek için meydana gelen atom kombinasyonları insanın tahmin edebileceğinden çok daha fazladır. Düşünün ki, görünebilir tek bir noktada bile galaksimizde mevcut olan yıldız sayısından çok daha fazla atom bulunmaktadır.9 Elinizdeki elma, içinde yaşadığınız ev, üzerinde yaşadığınız gezegen ve hatta kendi bedeniniz atomlardan meydana gelmektedir. Yukarıda anlattığımız bağlar ise, son derece küçük boyuttaki elektronların boşluk içinde yaptıkları gezintilerden başka bir şey değildir. Bu gezinti; soluduğumuz havayı, yaşadığımız evi, köpeğimizi, çiçeğin kokusunu, elmanın tadını, içtiğimiz suyu, vücudumuzdaki enzimleri, gezegenleri, kısacası var olan herşeyi meydana getirir.
Tek bir noktada milyonlarca sayıda bulunan bu atomlar arasında gezinti yapan elektronların sayısını tahmin edebilir misiniz? Bu kadar küçük bir dünyanın içinden bu kadar kapsamlı ve geniş bir alem çıkması, güçlü elektron mikroskoplarıyla bakıldığında bile belli belirsiz bir toz bulutundan ibaret olan elektronların böyle büyük bir mucize meydana getirmeleri olağanüstü bir durumdur. Yokluktan varlığın oluşması, boşluktan ağırlığın ve maddenin meydana gelmesi, renksizlikten rengin, kokusuzluktan kokunun ortaya çıkması, Allah’ın yaratışındaki üstünlüğün delillerindendir. Tek bir elektrondan dağlara, yıldızlara ve insanlara kadar herşeyi kusursuzca yaratan, sonsuz ilim, kudret ve akıl sahibi, yerlerin ve göklerin hakimi olan Allah’tır. Bir ayette şu şekilde bildirilir:
Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Moleküllerin Hiç Dinmeyen Hareketi

Havada bulunan milyarlarca molekül, her saniye milyarlarca kere dönerek birbirlerine çarparlar. Siz, sakin ve tek başınıza bir odada oturduğunuzu zannederken aslında bir molekül bombardımanının tam ortasında bulunursunuz. Hareket eden yalnızca havadaki moleküller değildir. Derinizdeki, masanızdaki, elinizde tuttuunuz kalemdeki moleküllerde sürekli titreşim halindedirler. Bu yoğun harekete rağmen, çevremizde her zaman sağlam ve dengeli bir görüntü vadır.
Odanızda sakin oturuyorsunuz. Etrafınızda hiç ses yok. Çevrenizde hiçbir hareketin olmadığını düşünüyorsunuz. Oysa etrafınızdaki herşey, sizi çevreleyen hava bile hiç durmadan hareket ediyor. Nasıl mı?
Siz odanızda oturduğunuz koltukta, sakince elinizdeki kitabı okurken sizi sarıp kuşatmış olan moleküllerin en küçük parçası olan elektronlar saniyede 1000 km. gibi muazzam bir hızda sürekli olarak dönmeye devam ediyorlar. Bunun dışında sizi çevreleyen, hatta sizi oluşturan moleküllerin kendileri de hiç durmadan hareket ediyorlar. Boşlukta dolaşan moleküllerin hızları da neredeyse bir tabancadan atılan merminin hızına eşit: Saniyede 1000 metreyi aşıyor.10
Havada bulunan milyarlarca molekül, her saniye milyarlarca kere birbirlerine çarpar ve birbirleriyle tekrar çarpışıncaya kadar dönmeye devam ederler. Dolayısıyla siz, sakin ve tek başınıza bir odada oturduğunuzu zannederken aslında bir molekül bombardımanının tam ortasında bulunursunuz. Bazen şiddetli bir rüzgar haline gelen bu molekül bombardımanı, ağaçları düşürecek ve binaları yıkacak kadar güçlü olabilmektedir.
Hareket edenler yalnızca havadaki moleküller değildir. Derinizdeki, masanızdaki, elinizde tuttuğunuz kitaptaki moleküller de sürekli olarak hareket halindedir. En güçlü vinçlerin bile zorlukla yıktıkları taştan bir duvarın nasıl olup da sürekli olarak hareket halinde olduğunu merak edebilirsiniz. Bir duvar gerçekten de hareket halindedir, ancak duvarı oluşturan moleküller birbirlerine çok daha yakın dizilmiş oldukları için sadece titreşirler. Sürekli titreşim halindeki parçacıklardan oluşmuş olmalarına rağmen, bizler etrafımızda hep katı ve sağlam cisimler görürüz. Hareket halinde olmalarına rağmen hiçbir şey aniden kopup parçalanmaz.
Moleküller arasında meydana gelen bu tip bir hareketin dengeli de olması gerekmektedir. Bahsettiğimiz “titreme”, katı cisimlerde dengeyi sağlayan bir hareket biçimidir. Ayrıca, moleküllerin kararlı bir şekilde tek bir yöne doğru hareketleri de söz konusu değildir. Eğer böyle bir ihtimal gerçekleşseydi, ortaya çıkacak olan sonuç oldukça şaşırtıcı olacaktı. Moleküllerin tek bir yöne doğru topluca hareket etmeleri sonucunda bizler üzerinde yemek yediğimiz masanın kendi kendine yana doğru belirli bir mesafe yol aldığına şahit olurduk.11 Katı bir cismin bu beklenmedik hareketi elbette şaşkınlık ve aynı zamanda da kullanışsızlık meydana getirirdi. Ama biz hiçbir zaman böyle bir durumla karşılaşmayız. Çünkü katı cismi oluşturan moleküller de Allah’tan bir nimet olarak dengeli bir titreşme hareketine sahiptirler. Bu nedenle hiçbir zaman tek yöne doğru sabit hareketleri söz konusu değildir ve bir düzensizlik meydana getirmezler.
Moleküllerin ısıdan etkilenerek çeşitli hallere geçebilmeleri de bu hareketliliklerinin ve enerjilerinin bir sonucudur. Örneğin su, moleküllerinin birbirine en yakın olduğu zaman katı halini almaktadır. Isınıp sıvı hale geçtiğinde moleküller, sürekli hareket halinde olmalarının bir sonucu olarak, birbirlerinin üzerinden kayarlar. Sıvının akışkan bir halde olmasının, yani bizim sıvıyı “karıştırabilmemizin” nedeni budur. Suyun, daha da ısınıp moleküllerinin iyice birbirlerinden ayrılmasını sağlayan aşaması ise gaz halidir. Buhara dönüşen su, birbirinden gitgide uzaklaşan moleküllerden oluşmaktadır. Birbirinden uzaklaşan bu moleküller, sürekli hareket halinde olduklarından etrafa kolaylıkla yayılabilirler. Mutfakta pişen bir yemeğin kokusunu işte bu nedenle arka odadan duyabilirsiniz.
Bir maddeyi oluşturan moleküller hiçbir zaman sebebsiz yere birbirlerinden ayrılmazlar. Molekülleri birbirinden ayırmak için belli bir sıcaklık gerekmektedir. Suyun buharlaşması için belirlenmiş olan sıcaklık dünyada varolan su miktarnın daima sabit kalmasını sağlayan su döngüsünün başlıca sebebidir. Suyun bu özelliği dünyada yaşamın var olması için Allah’ın yarattığı benzersiz bir tasarımdır.
Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde ellerinizin aşırı ısınmasının, bir tahta parçası üzerinde döndürdüğünüz tahta çubuğun ateş almasının nedeni de moleküllerin hareketidir. Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde sürtünmeden etkilenen moleküller daha hızlı hareket etmeye başlarlar. Ellerinizdeki sıcaklık hissi bu hareketten doğan enerjinin bir sonucudur.
Moleküller hiç bitmeyen bir harekete sahip olmalarına rağmen, bizler bunu çoğu zaman hissetmeyiz. Masa örtünüzdeki milimetrik desenlerde bulunan moleküller de hareket halindedir, ama söz konusu desenlerin bozulduğuna veya birbirine karıştığına hiç şahit olmazsınız. Yüzünüzü de moleküller oluşturur ve bu moleküller de hareket halindedirler. Ama yüzünüzde asla bu sebepten kaynaklanan bir şekil bozukluğu meydana gelmez. Yeryüzündeki herşey, en ince milimetrik oranlara sahip olanlar bile böyle bir hareketliliğe sahiptir. Fakat çevrenizde buna dair en ufak bir delil yoktur.
Moleküllerin hareketleri gelişigüzel değildir. Sıvılarda birbirlerinin üzerinden kayan, gazlarda birbirlerinden uzaklaşan, katılarda ise birbirlerine sıkıca yaklaşan moleküller bu düzeni asla bozmazlar. Bir bardağı oluşturan moleküller hiçbir zaman sebepsiz yere dağılıp birbirlerinden ayrılmazlar. Bardağı moleküllerinden ayırmak için belirli bir ısı gerekmektedir. Bu oran da yeryüzünde mükemmel bir ölçü ile belirlenmiştir. Örneğin suyun, moleküllerine ayrışmasını sağlayan ısı oranı bellidir. Ama aynı ısı, suyun içinde bulunduğu tencereyi moleküllerine ayrıştırmaz. İşte bu nedenle tencere içinde rahatlıkla su kaynatabiliriz. Tencere moleküllerinin birbirlerinden uzaklaşabilmeleri için daha yüksek bir ısı gerekmektedir.
Böyle hassas ve sınırlı bir denge, bunu sağlayan ve bilim adamlarının adına “doğa kanunu” dedikleri değişmeyen standartlar var olmasıydı ne olurdu? Böyle bir denge olmasaydı o zaman yeryüzündeki herşey belirli bir sıcaklıkta eriyebilirdi. Örneğin evrendeki herşey ısıdan, suyun etkilendiği oranda etkilenseydi, kendi vücudumuzdaki proteinleri ve hücreleri oluşturan moleküller de dahil olmak üzere evrende hiçbir şey sabit kalmazdı. Ama hiçbir zaman böyle bir tehlike ile karşı karşıya gelmeyiz. Çünkü evrendeki herşey için belirlenmiş bir denge ve oran vardır. Suyun belirli bir ısıya geldiğinde buharlaşması, hayati önem taşıyan bu molekül için çok önemli bir ayrıntı ve özel tasarlanmış bir dengedir. Yeryüzündeki su döngüsü, bu buharlaşma sisteminin bir sonucudur. Her molekül, yeryüzünün şu anki düzenini sağlayacak bir özelliğe sahiptir. Bu da elbette herşey için belirli bir ölçü belirleyen ve her ölçüyü birbiri ile kusursuz bir uyum içinde yaratan Allah’ın kudretinin bir göstergesidir. Allah bir ayetinde şöyle belirtir:
… Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)

Renk Üreten Başka Bir Molekül: Melanin


Melanin molekülleri de, karoten moleküllerini oluşturan bağlarla bağlanmışlardır. Melanin sahip olduğu bağlar sayesinde etrafındaki bütün ışığı emebilir. Dolayısıyla melanin içeren bir obje siyah görünür. Melanin molekülleri, protein moleküllerine bağlanır ve renkleri sarıdan kahverengiye, hatta siyaha kadar değişen granüller içinde birikirler. Biriken bu granüller cildimize ve saçımıza kendine has rengini veren granüllerdir. Moleküllerin granüller içinde birikme şekline göre saçlarımız sarı veya kahverengi ya da siyah olmaktadır.
Melanin aynı zamanda bukalemunun renk değiştirme mekanizmasının da bir parçasıdır. Bu mekanizmada molekül, derinin içindeki kanallar boyunca taşınır ve alt kısımda bulunan daha parlak pigmentleri kapatmak için uğraşır. Ahtapot gibi kendisini koyulaştıran hayvanlar da aynı şekilde bu molekülden faydalanırlar. Bedenlerinde meydana gelen renk değişikliklerini, melanin granüllerinin yayılması sayesinde elde ederler. Melanin granülleri tekrar biraraya gelip toplandığında ise derinin rengi açılır.
Farklı biçimlerdeki melaninler de meyve çürüdüğü zaman oluşurlar. Oluşumlarının nedeni, meyvenin hücre duvarının zarar görmesidir. Bu zarar, fenol oksidaz adı verilen bir enzimin hücre içinde harekete geçmesine neden olur. Bu enzim; limon, kavun ve domateste bulunmaz. İşte bu nedenle bu bitkiler çürüdüklerinde kolayca kahverengileşmezler. Ancak şeftali gibi meyvelerde çürüme ile meydana gelen kahverengileşme, melanin molekülünün bir sonucudur. Melanin ayrıca çayın koyu renginden de sorumlu olan bir moleküldür.
Melanin hakkında verdiğimiz bütün bu bilgilere dayanarak onu sadece renk üretmekle sorumlu bir molekül olarak düşünmemeliyiz. Çünkü melanin sadece renk vermez, aynı zamanda ultraviyole ışınlara ve görünür ışığa karşı da bir koruma sağlar. Cildimiz dışarıdaki zararlı ve aşırı ışıklardan melanin sayesinde korunmaktadır. Eğer bu pigment olmasaydı cildimiz kolaylıkla bize ulaşabilen ultraviyole ışınlar nedeni ile kısa sürede zarar görecek, niteliğini yitirecek ve kısa sürede ölecekti. Nitekim melanin molekülünün eksikliği ile sonuçlanan bazı kalıtsal hastalıklar, örneğin albinizm; deri, saç, kirpik ve kaşların kendine has renginin kaybolmasına neden olur ve cildi söz konusu ışınlara karşı oldukça hassas bir duruma getirir. Bu hastalar melaninin özel korumasından mahrum kaldıkları için kısa sürede deri kanseri olabilmektedirler.
Bu koruma en hassas ve en değerli organlarımızdan biri olan gözde de devam eder. Göz renginizin kaynağı melanindir. Ancak melanin göze sadece renk vermekle kalmaz, koruyucu özelliği sayesinde gözün lensini ultraviyole ışınlarına karşı korur ve katarakt riskini azaltır. Normal şartlarda göz, ultraviyole ışınlardan en fazla etkilenebilecek olan organdır. Ama melaninin varlığı sayesinde böyle bir risk ile karşı karşıya kalmayız. Melanin ayrıca retinanın dokusuna uygun olmayan ve retinaya zarar verecek olan farklı renkleri de filtre ederek ekstra bir koruma sağlar. Böylece merkezi görme, hiçbir zaman dışarıdaki ışıktan etkilenmez, zarar görmez. Mavi ışığı ve göz kamaştırıcı ışıkları da azalttığından görüş kalitesini artırır. Bir yandan da mavi ışığı tamamen elemediği için renk dengesi korunmuş olur.52
Sonuçta, gözün korunmasından renk kalitesine kadar gözle ilgili çeşitli ayarlar melanin molekülünün faaliyetlerine bağımlı kılınmıştır. Bir molekülün gözü “korumayı” bilmesi, Allah’ın kusursuz tasarımının bir eseridir. Molekülün herşeyden önce gözün görmeye yarayan bir organ olduğunu anlaması ve ışığa karşı hassasiyetini tahmin etmesi gerekmektedir. Bütün bunların üzerine kendi koruyucu özelliğinin farkında olması ve gidip bu hassas organın bulunduğu yere yerleşmesi gerekmektedir. Bütün bunlar elbette bir şuur gerektirir. İşte bu şuurun kaynağını fark eden insanlar akıllarını kullanabilir ve hiçbir şeyin kendiliğinden var olmadığını anlarlar. Melaninin gözün içinde gerekli yerde, gerektiği oranda var olması, kuşkusuz amaca yönelik bir tasarımın varlığını gösterir. Bunun anlamı, yaratılıştır. Yaratılan herşey, en ufak bir şüpheye açık kapı bırakmayacak şekilde net ve kusursuzdur. Bu kusursuzluğu görmek kolaydır, çünkü bu eşsiz yaratılış evrenin her noktasındadır. Ama bunu anlayıp idrak etmek, şükrü ve takdiri onun sahibine yöneltmek ancak akıl işidir. Etraflarındaki muhteşem yaratılışı izleyip, Allah’a şükreden müminler ayette şu şekilde tanıtılır:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Bütün bu renk moleküllerinin ve onların özelliklerinin tanıtılmasının sebebi, etrafımızda her an gördüğümüz canlılığın ve renkliliğin aslında yine elektronların hareketinden başka bir şey olmadığını göstermek içindir. Söz konusu pigmentler yine doğadaki 109 atomdan birkaç tanesinin çeşitli şekillerde bağlanmasından oluşmuş ve bu defa bir masa, tuz veya tuğla değil de renk pigmenti olmuşlardır. Allah, bu çeşitliliği sağlamak için sadece söz konusu atomları değil, aynı zamanda bunların bağlanma şekillerini de sebep kılmıştır. Var olan herşey temelde birbirinden hiçbir farkı olmayan proton, nötron ve elektronlardan oluşmaktadır. Ancak bunun sonucunda ortaya çıkan bu geniş alem gerçekten de göz kamaştırıcıdır. Bu alemde bulunan herşey Allah’ın dilemesiyle meydana gelmiş bir sanattır. İhtişamlı ve benzersizdir. Tüm bunları yaratmış olan Yüce Rabbimiz’in kudretini sergiler. Kuşkusuz ki Allah, bunların benzerlerini ve çok  daha üstünlerini yaratmaya kadirdir.
Evrimciler, Allah’ın muhteşem yaratışını tesadüflerle açıklamaya çalıştıkları için, Allah’ın varlığını inkar etme yanılgısına düşerler. Oysa Allah’ın varlığı her yerdedir. Yaratılmış olan her varlık, en küçük zerresine kadar tüm detayları ile O’nun sanatının birer parçasıdır. Bu kitabın konusu olan moleküller de dahil olmak üzere, yerde ve gökte olan herşey, en küçüğünden en büyüğüne kadar, Rabbimiz’in büyüklüğünü ve gücünü sürekli olarak ve açıkça ilan etmektedir. Rabbimiz bu gerçeği ayetlerinde şöyle belirtir:
O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O’dur. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24)

DİPNOTLAR

12. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 23
13.   http://acept.la.asu.edu/courses/phs110/ds4/chapter4.html; Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi, 5. kitap, Alan Yayıncılık, 1996, sf. 106-107
14. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 23-24
15. Bilim ve Teknik, Eylül 96, Sayı 346, sf. 47
16. Bilim ve Teknik, Eylül 96, Sayı 346, sf. 47
17. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 24
18. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 30
19. http://www.icr.org/pubs/imp/ imp-324.htm
20. http://www.genetikbilimi.com /genbilim/dnanedir.html – Ahmet F. Yüksel – Barış Yelkenci, Londra, 28.02.2000
21. Mutahhar Yenson, İnsan Biyokimyası, 5. Baskı, Beta Basım Yayın Dağıtım, sf. 9-10
22. http://fins.actwin.com/aquatic-plants/month.200009/msg00701.html
23. Biological Science, A Molecular Approach, 1990, Canada, BSCS Blue Version, sf. 28
24. http://www.biyolojidunyasi.8m. com/genel.htm
25. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 161-173
26. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 20
27. http://yolgezer.fisek.com.tr/renkler/evrim.html; Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Ankara 1998
28. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt 1, Kısım 1, 5. Baskı, Sf. 569
29. http://www.pathlights.com/ ce_encyclopedia/08dna03.htm
30. http://biloyojidunyasi.8m.com/ genel.htm
31. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf.49
32. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf.49
33. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf.50
34. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 96
35. http://biyolojidunyası.8m.com/ biyokim1.htm
36. http://esmaalbayrak.sevgi. k12.tr/karbonhidratlar.htm
37. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 97
38. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 219
39. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 91
40. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 93
41. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 102
42. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 232
43. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 231
44. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 232
45. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, sf. 106
46. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 107
47. http://www.newton.dep.anl.gov /askaci/bio99/bio99222.htm
48. http://www.newton.dep.anl. gov/newton/askaci/1993/biology/bio045.htm
49. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf.124
50. http://biyolojidunyası.8m.com/bitki.htm
51. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf.151
52. http://www.macular.org/bluelite.html; http://www.mdsupport.org/library/blulight.html

20 Haziran 2012 Çarşamba

Giriş


Bu kitabı elinizde tutarken aslında molekülleri tutuyorsunuz. Yanıbaşınızda duran kahvenizi yudumlarken aslında molekülleri içiyorsunuz, burnunuza gelen kahve kokusuyla aslında kahvenin yaydığı koku moleküllerini soluyorsunuz. Kahvenin tadını alan diliniz de tüm bu yazıları okuyan gözleriniz gibi biraraya gelmiş moleküllerden başka bir şey değiller. “Nefes alıyorum” derken gerçekte havadaki molekülleri içinize çekiyorsunuz. Moleküller sayesinde hissediyor, görüyor, koku ve tat alabiliyorsunuz. Etrafınızdaki herşey gibi aslında siz de moleküllerden oluşuyorsunuz.
Bu kitapta, Allah’ın, atomları ve atomlar arasındaki bağlantıları sebep kılarak yarattığı moleküller ve moleküllerdeki olağanüstü özellikler her okuyucunun anlayabileceği bir anlatımla incelenecektir. Gözle görülmeyen atomların, tüm evrendeki nesnelerin tamamını nasıl oluşturduklarını öğrenen ve bunun üzerinde akıl ve vicdan ile düşünen her insan, Rabbimiz’in sonsuz kudretini, aklını ve benzersiz yaratışını görecek, O’nun karşısında ne kadar aciz olduğu anlayarak, Allah’ın gücü karşısında boyun eğecektir.

Akıllı Tasarım yani Yaratılış

Kitapta zaman zaman karşınıza Allah’ın yaratmasındaki mükemmelliği vurgulamak için kullandığımız “tasarım” kelimesi çıkacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullanıldığının doğru anlaşılması çok önemli. Allah’ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz’in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’ın yaratmak için herhangi bir ‘tasarım’ yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah’ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah’ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca “Ol” demesi yeterlidir. Kuran’da Allah şöyle buyurmaktadır:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

Glikozu Oluşturan Atomlar Bazen Farklı Şekillerde Bağlanırlar


Glikoz, farklı bağlanma şekilleri ile farklı şeker molekülleri haline gelebilir. Bunlardan bir tanesi fruktozdur. Fruktoz genellikle meyve şekeri olarak adlandırılır. Çünkü meyve ve sebzelerde yaygın olarak bulunmakta, meyveye şekerli tadını bu molekül vermektedir. Ayrıca fruktoz, balın içindeki temel şeker maddesidir. Çünkü arıların balözü topladıkları çiçeklerin salgıladığı nektarlar birer fruktoz kaynağıdırlar. Bu molekülün başka önemli özellikleri de vardır. Fruktoz aynı zamanda spermin hareketi için de enerji sağlayan şekerdir. Spermin uzun ve mucizevi yolcuğundaki temel yakıt maddesidir.37
Glikoz ile fruktoz moleküllerinin biraraya gelmeleri sonucunda da bir başka şeker molekülü olan sukroz oluşur. Sukroz, günlük kullandığımız toz şekerdir. Özellikle şeker kamışı ve şeker pancarında bulunmaktadır. Sukroz aynı zamanda bitkilerde bol bulunan nişasta ve selülozun da yapısal elementini oluşturmaktadır. Çünkü bu önemli yapısal element, fotosentez işleminin önemli bir parçasıdır. Sukroz, fotosentez işleminde bir ara bileşik olarak yapraklarda ortaya çıkmakta ve bitkilerde bulunan iletim sistemi ile bitkinin diğer bölümlerine iletilmektedir. Sukroz, kendi moleküler özellikleri nedeni ile bitki içinde gidebileceği en son yere kadar herhangi bir yapısal değişikliğe uğramadan iletilir.38 Böylelikle bitki içindeki besin istenilen her yere kolaylıkla ulaştırılmış olur

17 Haziran 2012 Pazar

Atomdaki Mucize


Bir kapının kolunu tuttuğunuzda, arkadaşınızla el sıkıştığınızda ya da köpeğinizi okşadığınızda elinizde oluşan his, elinizi oluşturan atomlarda bulunan elektronlarla kapının kolundaki, arkadaşınızın elindeki veya köpeğinizin tüylerindeki atomlarda yer alan elektronların birbirlerinden etkileşiminden başka bir şey değildir. Soğuk bir havada dışarı çıktığınızda esen ve yürümenizi zorlaştıran şiddetli rüzgar, havada büyük bir hızla uçuşan atomların size yaklaşıp, sizi oluşturan atomlara çarpmasıdır. Bir sıvının kaynaması ise, içindeki atomların sıcağın etkisi ile hızlı hareket etmesidir. Kısacası, evrende var olan küçük büyük herşey atomlardan ve atomların hareketlerinden oluşmuştur.http:
Dünyanın en yüksek binalarından olan Empire State, atomlarının içindeki boşluğu kaldırdığımızda bir şeker kutusuna sığacak hacme ulaşacaktır. Ancak kütlesinden bir şey kaybetmeyecek ve bu küçük kutuyu en güçlü vinçler bile hareket ettiremeyecektir.
Atomu mucizevi kılan, olağanüstü küçüklükteki boyutu ve sahip olduğu özelliklerdir. Bir atomun çapı milimetrenin milyonda biri kadardır. Bu büyüklüğü daha iyi anlayabilmek için şu örneği verebiliriz: 100 milyon atomu yan yana koyduğunuzda elde edeceğiniz uzunluk sadece bir santimetredir. Elinizde tuttuğunuz kitabın ise tek bir sayfası yaklaşık 1 milyon atom “kalınlığındadır.”1 Bu olağanüstü küçük boyuttaki mucizenin, evrendeki istisnasız “herşeyi”, devasa yıldızları, gezegenleri, dağları, denizleri meydana getirdiğini bilmek ise buradaki mucizeyi ve olağanüstülüğü daha açık bir şekilde sergilemektedir.
Boyutları böylesine küçük olan atom hakkında bir başka şaşırtıcı gerçek ise, sahip olduğu bu küçük hacmin oldukça büyük bir kısmının boşluktan meydana gelmesidir. Atomun %99,9999999′u boşluktur. Geri kalan %0,1′den daha az kısmını ise atom altı parçacıklar olarak nitelendirdiğimiz proton, nötron ve elektronlar oluşturur. Nötron ve proton atomun içinde kenetlenmiş durumdadırlar ve çekirdeği oluştururlar. Çekirdeğin hacmi, atomun hacminin 10 milyarda biri kadardır. Elektronlar ise bu çekirdeğin etrafında hiç durmaksızın dönerler. Elektronlar öylesine küçüktürler ki, varlıkları elektron mikroskobu altında bir toz bulutundan başka bir şey değildir. Kütleleri, protonun kütlesinin 1/1840′i kadardır. Bu sayıyı daha iyi anlamak için küçücük bir noktayı 1840 parçaya böldüğünüzü düşünün. İşte elektron bu parçaların herhangi birinden çok daha küçüktür, çünkü proton görebildiğimiz tek bir noktadan milyonlarca kat daha az bir kütleye sahiptir. Bu durumda bahsettiğimiz alemin ne kadar küçük olduğu daha iyi anlaşılabilmektedir.2
Atomun dolu olduğu belirtilen kısmı işte bu kadar küçük parçacıklardan oluşmaktadır. Dünyanın en yüksek binalarından biri olarak kabul edilen New York’taki ünlü Empire State binasındaki atomların içindeki boşlukları kaldırmak mümkün olsaydı, geriye bir kutu şekerden daha küçük bir madde kalırdı. Buna karşın kütlesi değişmezdi ve bu küçük kutuyu en güçlü vinçler bile kaldıramazdı.3
Atomun içindeki boşluğu kaldırdığımızda atomun kütlesinin değişmemesinin nedeni, atomu oluşturan tüm yoğunluğun çekirdekte ve elektronda toplanmış olmasıdır. Bu nedenle çekirdek ve elektron her ne kadar atomun yalnızca %0,1′lik bölümünden daha küçük bir alanı kaplıyor olsa da, müthiş bir güce sahiptir.
Bir atom küçük olabilir. Bir santimetrenin sadece milyarda biri kadar bir çapa sahip olabilir, ama atom altı parçacıklar atomdan yüzbinlerce kez daha küçüktür. Atomun tamamına yakını da “boş”tur. Bir atom çekirdeğinin bir pirinç tanesi ile aynı boyutta olacak şekilde büyütüldüğünü düşünün. Bu durumda atomun büyüklüğü bir futbol stadyumu ile eş değerde olacaktır ve elektronlar ise tribünlerin etrafında uçuşan minik toz zerreleri olacaktır. 20. yüzyılın başlarında İngiliz fizikçi Sir Arthur Eddington bu gerçeği şu şekilde ifade etmiştir:
Bir masada oturuyorum ve bu yazıyı yazıyorum. Ancak bu “gerçek” masayı tarif ettiğimde, bilim dilinde benim anladığım, bunun bir “hayalet” olduğudur. Bu masa aslında, büyük bir kısmı boşluktan oluşan atomlardan meydana gelmiştir.4
Fizikçi ve psikolog Peter Russell söz konusu %0.0000001 maddenin ise bildiğimiz anlamda madde olmadığını şöyle açıklamaktadır:
Kuantum teorisinin gelişmesiyle fizikçiler atom altı parçacıkların dahi katı madde olmaktan uzak olduklarını keşfettiler. Aslında madde bile sayılamazlar, en azından bildiğimiz madde değiller. Tam olarak ayrıştırılamazlar ve ölçülemezler. Genellikle parçacıktan daha çok radyo dalgalarını andırırlar. Kesin bir yere sahip olmayan, ama var olma potansiyeli olan belirsiz bulutlar gibidirler. Madde dediğimiz şey her ne ise, eğer varsa da çok az bir maddeye sahiptir.5
Fizik profesörü ve Max-Planck Fizik Enstitüsü Başkanı Hans-Peter Dürr ise “madde maddeden yapılmamıştır”6 sözleriyle bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.
Özetlemek gerekirse, biz her ne kadar dokunduğumuz maddeyi sert olarak algılasak da, maddenin temelinde bu sertliği, katılığı sağlayacak bir malzeme bulunmamaktadır. Maddeyi oluşturan atomlar boşluklardan ve enerji dalgalarından meydana gelmektedir.

Atomu Birarada Tutan Parçalar

Gözle görülmeyecek kadar küçük parçacıkların nasıl olup da bir boşlukta düzenlenerek atomu oluşturabildikleri önemli bir sorudur. Bu parçacıklar, atomu çok özel bir tasarım ile meydana getirmektedirler. Bu tasarımın en önemli özelliklerinden biri, parçaların birbirlerini itmelerini ve çekmelerini sağlayan temel kuvvetlerin varlığıdır. Bu temel kuvvetler, atmosfer basıncından dünyanın yörüngesine kadar evrendeki tüm hassas dengeleri kontrol altına aldıkları gibi, atomu oluşturan parçacıklar üzerinde de etkilidirler. Bu dört temel kuvvet; Güçlü Nükleer Kuvvet, Zayıf Nükleer Kuvvet, Yerçekimi Kuvveti ve Elektromanyetik Kuvvet’tir.
Bu kuvvetler öylesine hassas bir orana sahiptirler ki, bu orandaki en küçük bir değişiklik, canlılığın yok olmasına, gezegenlerin birbirleriyle çarpışıp birer toz bulutu haline gelmesine ve dolayısıyla evrenin silinip gitmesine neden olabilir. Örneğin Yerçekimi Kuvveti biraz farklı olsa, yıldızların sabit konumu etkilenecek, yıldızlar ya birbirlerinden uzaklaşarak uzay boşluğunda başıboş dolaşacaklar ya da birbirlerine gitgide yakınlaşarak çarpışacaklardır. Dört temel kuvvet, devasa boyutlar için olduğu kadar en güçlü mikroskoplar altında bile zorlukla görülebilen mikro alemler için de denge sağlayacak kusursuz oranlarla yaratılmışlardır. Her bir kuvvet, evrende üstlendiği görevi yerine getirebilmek için planlanmış özel bir tasarımın ürünüdür. Bu tasarım ise, en küçükten en büyüğe kadar her varlığı kusursuzca yaratan Allah’a aittir.  Allah, yerde ve gökte en küçükten en büyüğe kadar herşeyin bilgisine sahip olduğunu bir ayette şöyle bildirmektedir:
… Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O’ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Sebe Suresi, 3)
Bu kuvvetlerden Güçlü Nükleer Kuvvet, atomun içinde son derece büyük ve önemli bir denge sağlar. Normal şartlarda atomun içinde protonların birbirlerini itmeleri ve mümkün olduğunca birbirlerinden uzaklaşmaları gerekmektedir. Çünkü protonlar artı yüklüdürler ve aynı yükler birbirlerini daima iterler. Ancak evrende var olan Güçlü Nükleer Kuvvet sayesinde protonlar, yüksüz olan nötronlarla birlikte çekirdekte birbirlerine kenetlenmiş haldedir. Bir başka deyişle Güçlü Nükleer Kuvvet, protonları birarada tutarak atomun merkezindeki çekirdeği oluşturur. Bu gücün şiddetini anlayabilmek için atom bombasının meydana getirdiği etkiyi düşünmek yeterlidir. Bu bomba, atom çekirdeğine bir parçacık -genellikle nötron-, fırlatılması ile çekirdeğin parçalanması sonucunda oluşmaktadır. Çekirdek parçalandığında, çekirdekteki proton ve nötronları birarada tutan kuvvet açığa çıkmakta, karşısına çıkan her canlıyı “kül” haline getiren ve radyoaktif etkisi yıllarca devam eden benzersiz bir güç oluşmaktadır. Bu, sadece, gözle görülmeyen bir atomun içine gizlenmiş olan ve karşısındaki insanları aciz ve savunmasız bırakan bir kuvvettir. Çekirdeğe etki eden söz konusu Güçlü Nükleer Kuvvet öylesine dengelidir ki, evrenin oluşumundan beri maddenin var olması ve aynı zamanda bir denge içinde varlığını sürdürmesi için en uygun değere sahiptir. Eğer söz konusu kuvvet biraz daha güçlü olsaydı proton ve nötronlar birbirlerinin içine geçerlerdi. Eğer biraz daha az olsaydı, bu parçacıklar birbirlerinden ayrılıp uzaklaşırlardı. Bu durumda canlı veya cansız varlıklardan, Dünya, Güneş veya evrenden kuşkusuz söz edilemezdi.
Evrendeki tüm dengeleri kontrol altına alan dört temel kuvvet, öylesine hassas bir orana sahiptir ki, bu orandaki küçük bir değişiklik, canlılığın yok olmasına sebep olabilir. Hassas orandaki küçük bir bozulma, gezegenlerin birbirleriyle çarpışıp birer toz bulutu haline gelmesine ve dolayısıyla evrenin silinip gitmesine neden olabilir.
Atomları kararlı ve dengeli bir yapıda tutmaya yarayan bir diğer güç ise Zayıf Nükleer Kuvvet’tir. Özellikle içinde fazla sayıda nötron ve proton olan atomlar için önemli olan bu kuvvet, atomun içinde bir nötronun protona dönüşmesi gibi bir durumda atomun parçalanmasını engellemektedir. Bu son derece önemli bir önlemdir, çünkü hatırlanacağı gibi atomun parçalanmasının anlamı bir atom bombasının oluşmasına neden olan gücün açığa çıkmasıdır. Bazı atomlarda kontrolsüzce meydana gelebilecek bu durum büyük bir tehlikedir ve Zayıf Nükleer Kuvvet’in etkisi sonucunda ortadan kalkmaktadır.
Atomun içinde Güçlü ve Zayıf Nükleer Kuvvetler’in, proton veya nötron kadar etki etmediği bir parçacık vardır: Elektron. Elektronun diğer parçacıklar kadar etkilenmemesinin nedeni diğerlerine göre çok daha küçük olmasıdır. Elektronların, çekirdeğin çevresindeki yörüngelerinden ayrılmadan dönmelerinin nedeni, onlara etki eden Elektromanyetik Kuvvet’tir. Elektron, sahip olduğu eksi elektrik yükü nedeni ile, artı yüklü çekirdeğin çevresinde hiç durmadan döner. Dönüşü sırasında ortaya çıkan merkez kaç kuvveti, Elektromanyetik Kuvvet ile dengelenir ve böylece elektron yörüngede kalır. Elektromanyetik Kuvvet’in hassas değeri ise elektronların çekirdeğe yapışmalarını veya çekirdekten tamamen uzaklaşmalarını engellemektedir. İşte “atom”un yapısı bu şekilde oluşur.
Molekülleri tanıyabilmek için büyük bir öneme sahip olan elektronlara geçmeden önce, atomun şimdiye kadar kısaca anlattığımız yapısı hakkındaki detaylar üzerinde biraz düşünelim. Şu ana kadar okuduğunuz bilgiler, herhangi bir fizik kitabında bulabileceğiniz bilgilerden farklı değildir. Ancak o tip kitaplarda atomun yapısındaki mükemmelliğin, insanı düşündüren mucizevi yönünün vurgulandığına pek şahit olmamışsınızdır. Milimetrenin milyonda biri büyüklüğündeki cansız parçacıkların, büyük bir ustalıkla ve eksiksiz bir tasarımla biraraya gelerek nasıl canlılığı ve cansız maddeleri oluşturdukları, milyarlarca yıldızı, ırmakları, gökyüzünü, dağları, çiçekleri, insanı, denizleri nasıl meydana getirdikleri ve bunlara nasıl olup da bir düzen verebildikleri genellikle üzerinde durulmayan konulardır.
Yine çoğu kez sözü edilmeyen çok önemli bir gerçek vardır: Evrendeki dört temel kuvvetin şiddetleri birbirinden çok farklıdır ve bu fark çok ince bir dengeye dayanmaktadır. Örneğin Güçlü Nükleer Kuvvet, Yerçekimi Kuvveti’nin değerinden yaklaşık “milyar kere milyar kere milyar kere milyar kere milyar” kadar daha büyüktür. Güçlü Nükleer Kuvvet ile Elektromanyetik Kuvvet arasında ise “milyon kere milyon”dan daha büyük bir fark bulunmaktadır.
Eğer bu değerler biraz farklı olsalardı ne olurdu?
Protonlar çekirdekte birarada durmaz, elektronlar etrafa dağılır ve evrende tek bir tane bile atom olmazdı. Tüm evren, radyasyondan ibaret olurdu. Yıldızlar, gezegenler ve insanlar var olamazdı.
Nötron bir uranyum veya bir plütonyum tarafından yakalandığında reaksiyon zinciri başlar. Ortaya çıkan dengesizlik çekirdeği bölünmeye, enerji ortaya çıkarmaya ve açığa çıkan iki nötronu daha fazla çekirdek bölünmesi için serbest bırakmaya zorlar. Tek bir atomun parçalanmasıyla ortaya çıkan kuvvet devasadır.
Örneğin şu anda eğer bedeninizi oluşturan atomların Güçlü Nükleer Kuvvet’i birazcık olsun zayıflasa, vücudunuz bir anda tuzla buz olur. Bunun için sadece “binde birlik” bir oynama bile fazlasıyla yeterlidir.
Ama bedeninizi ve diğer maddeleri oluşturan atomlar, dört temel kuvvetin hassas dengesi sayesinde hep istikrarlı olarak dururlar. Dört temel kuvvetin değerlerindeki bu hassasiyet, bilim adamlarını son derece şaşırtmıştır. Bu bilim adamlarından biri olan ünlü astrofizikçi Paul Davies, şu yorumu yapar:
Eğer biraz daha farklı sayısal değerler seçilmiş olsaydı, evren çok daha farklı bir yer olacaktı. Ve büyük olasılıkla onu görmek için biz burada olamayacaktık… İnsan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hale gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki bu bulgular, evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.7
Evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olması, yaratılmış olması demektir.
Bu gerçeğin bir diğer ilginç yönü ise, kullanılan kavramları biraz incelediğimizde ortaya çıkar. Bilim adamlarının evrendeki fiziksel güçleri “Dört Temel Kuvvet” olarak tanımladıklarını belirtmiştik. Ama tanımlama, neden böyle kuvvetlerin var olduğu ve neden çok dengeli oldukları sorusunu açıklamaz. Eğer bu tanımların daha ötesine gidersek, evreni, gerçekte tek bir Kudret Sahibi’nin her an düzen içinde tuttuğu gerçeği ile karşılaşırız.
Modern fiziğin ulaştığı bu gerçek, aslında Allah’ın Kuran’da 1400 yıl önce bildirdiği bir sırrın keşfinden başka bir şey değildir:
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)
Biraz düşünen, aklını ve vicdanını kullanan her insan için, %99.9999999′dan fazlası boşluktan oluşan bir atomun bu kadar önemli özelliklere sahip olması, Allah’ın yaratışının mucizelerinden biridir.    Allah’ın yarattıklarında inananlar için deliller olduğunu Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (Yunus Suresi, 6)
Atomun bu kusursuz yapısı, içinde daha pek çok özelliği barındırmaktadır. Bunlardan en önemlisi atomların biraraya gelerek molekülleri oluşturmalarıdır. Bu konuya geçmeden önce moleküllerin meydana gelişinde en önemli role sahip olan elektronları inceleyelim.
Atomdaki MucizeSıradan bir madde, molekülleri meydana getirmek için elektromanyetizma ile biraraya gelen ve böylece katı, sıvı ve gazları oluşturan atomlardan oluşur. Atomlar, bir elektron bulutu ile sarılmış olan yoğun bir çekirdekten oluşurlar. Elektromanyetik Kuvvet, çekirdeği ve elektronları birarada tutar. Çekirdek, proton ve nötronlardan meydana gelir. Bunlar birbirlerine Güçlü Nükleer Kuvvet ile bağlanmışlardır. Proton ve nötronların her biri üç kuarktan oluşur. Bunlar da Güçlü Nükleer Kuvvet ile biraraya gelirler.

Atomun En Dış Sınırı: Elektronlar

Elektronlar, sahip oldukları yoğun enerjinin ve kendilerine etki eden kuvvetlerin tesiriyle, hem kendi çevrelerinde hem de çekirdeğin çevresinde belirli bir yörüngede durmaksızın dönerler. Elektronların, sahip oldukları enerji sayesinde gerçekleştirdikleri bu dönüş, evrendeki dengenin en önemli sebeplerinden biridir.
Atomun içinde, -son dönemlerde keşfedilmiş daha küçük parçacıkları dikkate almazsak- temel parçacıkların en küçüğü elektronlardır. Elektronlar, proton ve nötronların neredeyse ikibinde biri kadardır. Elektronların enerjileri oldukça yoğundur. Elektronların, çekirdek çevresinde belirli yörüngeleri vardır. Sahip oldukları yoğun enerjinin ve kendilerine etki eden kuvvetlerin tesiri ile bu yörüngelerde hem kendi çevrelerinde hem de çekirdeğin çevresinde durmaksızın dönerler.
Elektronların sahip oldukları enerji ile son derece kusursuz bir denge meydana gelir. Bu dengeyi şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Uzun bir çubuğun ucunda geniş bir tabağı sabit tutmanız normal şartlarda imkansızdır. Ama eğer tabağı belli bir hızda döndürürseniz, tabak çubuğun ucunda durur. Tabak, hızını kaybettiğinde ise kaçınılmaz olarak düşüp kırılacaktır. Dolayısıyla böyle bir denge için gerekli olan tek şey uygun düzeyde enerjidir. İşte evrendeki başlıca dengelerin temelindeki sır budur. Gezegenleri Güneş’in, elektronları ise atom çekirdeğinin çevresinde tutan gücün kaynağı bu enerjidir. Elektronlar büyük bir hassaslıkla ayarlanmış bu enerji sayesinde çekirdeğin çevresinde hiç durmadan dönerler. Yüksek enerjileri nedeniyle yaptıkları bu dönüş hareketi onların çekirdeğin etrafından savrulup uzaklaşmalarını engellemektedir.
Elektronların dönüş hızı ise gerçekten hayret vericidir. Elektronlar, çekirdeğin çevresinde saniyede 1.000 km. gibi olağanüstü bir hızla dönerler.8 Bu yüksek hıza rağmen birbirleriyle asla çarpışmazlar. Bunun nedeninin elektronların eksi yüklü olması ve dolayısıyla birbirilerini itmeleri olduğu kabul edilir. Ancak bu cevap, ortada çok büyük bir mucize olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Neden elektronlar eksi yüklüdür? Neden aynı yükler birbirini iter? Birbirini iten bu parçaçıklar nasıl yörüngeye oturmuşlardır? Tüm bu sorular, bize bir kez daha atomdaki hassas denge ve tasarımı gösterir. Kimi atomlarda ise çekirdeğin çevresinde 100′den fazla elektron dönmektedir. Toplam 7 yörüngeye dağılmış olan elektronların hiçbir karışıklık çıkarmadan, birbirleri ile çarpışmadan, müthiş bir düzen içinde hızla dönmeleri, kusursuz bir tasarımın eseridir.
Çekirdeğin etrafında yedi farklı enerji düzeyi, yani yedi farklı yörünge vardır. Elektronlar sahip oldukları enerji seviyelerine göre bu yörüngelerden birine tutunurlar. Kütleleri ve hızları daima birbirinin aynı olan elektronların neden farklı enerji seviyelerine sahip oldukları ise dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Evrende var olan sistemde, birbirinden farklı yörüngeleri, birbirlerinden farklı boyut ve hızdaki maddeler meydana getirirler. Buna verilebilecek en iyi örnek Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerdir. Her biri birbirinden farklı kütlelere ve farklı hızlara sahip olan gezegenler, bunun doğal bir sonucu olarak birbirlerinden farklı yörüngelerde dönerler. Ancak elektronlar için bu kural geçerli değildir. Birbirlerinden herhangi bir farkları bulunmayan, kütleleri ve hızları daima aynı olan bu parçacıkların farklı enerji seviyelerine sahip olmaları için aslında hiçbir sebep yoktur. Bu, Allah’ın yarattığı son derece özel bir tasarımdır. Çünkü moleküllerin oluşabilmeleri için birbirinden farklı olan bu yörüngelerin varlığı şarttır. Atomun içinde birbirinden farklı yörüngeler bulunması, bizleri ve tüm evreni oluşturan molekülleri meydana getirmektedir. Aynı zamanda renkleri de oluşturmaktadır çünkü çeşitli renklerin varlığının nedenlerinden biri, farklı yörüngelerdeki elektronların birbirlerinin yörüngelerine atlamalarıdır.
Gözle görülmeyen atomun içinde, sadece bir bulut kümesi gibi bulunan elektronların sahip oldukları özellikler, molekülleri oluşturmak için kurulmuş olan kusursuz düzen ve gözle görülmeyen bu alemin canlı ve cansız tüm varlıkların temelini oluşturması, oldukça önemli bir konudur. İleride daha da detaylı olarak görüleceği gibi, bu düzenin tek bir aşaması veya parçası dahi tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmel bir tasarıma sahiptir. Bu kusursuz ve üstün sanatın sahibi ise Allah’tır. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

DİPNOTLAR

1.  Phil Roxbee Cox – Max Personage, Atom ve Molekül, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Nurol Matbacılık 1999, sf. 6
2. Phil Roxbee Cox-Max Personage, Atom ve Molekül, Tübitak Yayınları, 1999, Ankara, sf. 6
3. Phil Roxbee Cox – Max Personage, Atom ve Molekül, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Nurol Matbacılık 1999, sf. 6
4. http://216.239.37.100/search?q=cache: 92d1mfJmodkC:www.transpersonal-web.com/wolf.shtml+%22Arthur+Eddington%22%2Batom%2Bghost&hl=en&ie=UTF-8
5.  Peter Russell, From Science to God, The Mystery of Consciousness and the Meaning of Light, 4. Bölüm, Illusions of Reality; http://www.peterussell.com/SG/ch4. html
6. Peter Russell, From Science to God, The Mystery of Consciousness and the Meaning of Light, 4. Bölüm, Illusions of Reality, http://www.peterussell .com/SG/ch4.html
7. Paul Davies, The Accidental Universe, Cambridge: Cambridge University Press, 1982, Önsöz
8. http://www.madsci.org/archives/nov2000 / 974298400.Ph.r.html

Share this:

Moleküldeki Kusursuz Tasarım


                                                                                                             Elinizde tuttuğunuz kitap, televizyonun camı ve mobilyası, yanınızda duran meyve tabağı, oturduğunuz koltuk, yerdeki parkeler, tavandan sarkan avize, halı, eliniz, tırnaklarınız, içtiğiniz su… Bunların her biri birbirinden tamamen farklı özelliklere sahip maddelerdir. Peki her biri atomlardan meydana gelen bu maddeler nasıl olur da birbirlerinden bu kadar farklı özelliklere ve görünüme sahip olabilir? Bu sorunun cevabı moleküllerde saklıdır. Doğada var olan yaklaşık 109 farklı atomun çeşitli miktarlarda ve çeşitli şekillerde biraraya gelmesi yeryüzündeki bu müthiş çeşitliliği meydana getirmiştir.
Sadece 109 atomun farklı kombinasyonlarla biraraya gelmesiyle oluşan çeşitlilik gerçekten olağanüstüdür. Oluşan her maddenin bir veya birkaç kullanım yeri vardır ve birçoğu canlılık için hayati öneme sahiptir. Şimdi bir düşünelim. Siz 109 ayrı parçanın kombinasyonu ile kaç farklı madde meydana getirebilirsiniz? Ayrıca bu maddelerin tümünün kullanılabilir olmasını sağlayabilir misiniz? Elbette verebileceğiniz sayı sınırlıdır. Oysa hayranlık verici bir yaratılış ile bu 109 farklı atom, muazzam çeşitlilikte sayısız maddenin dışında, koku, tat, renk, sertlik, yumuşaklık, akışkanlık, uçuculuk gibi detaylar da meydana getirirler. Bu muhteşem sanat eşsiz güzellikleri ve çeşitliliği sağlarken, yaşamın meydana gelmesi için de gereklidir. Örneğin, sadece suyun üç farklı halde bulunabilmesi bile yaşamın temel sebeplerinden birini oluşturmaktadır. (Bu konuya ileride daha detaylı olarak değinilecektir.)
Peki bu 109 atom nasıl milyarlarca farklı molekül meydana getirir? İşte elektronların önemi burada ortaya çıkar. Bir molekülün oluşması için elektronlar bir atomdan diğerine iletilir veya iki atom arasında ortak kullanılırlar. Böylelikle ortaya en az iki atomdan oluşan bir molekül çıkar. Bahsettiğimiz bu işlem elbette tek bir cümle ile açıklanamayacak kadar komplekstir. İki atomun söz konusu elektron alışverişi “kimyasal bağ” olarak adlandırılır. Ancak ortada aslında herhangi bir bağ yoktur. Sadece bir elektron iki atom arasında gidip gelmektedir. Atomları birbirlerine bağlayan unsur elektronun bir atomdan diğerine yaptığı bu yolculuktur. Elektronların paylaşımı anlamına gelen bu kimyasal bağların şekli, biraraya gelen atomların niteliği ve sayıları, molekülün de niteliğini belirler. Konuyu daha iyi anlamak için öncelikle moleküllerin oluşmasını sağlayan söz konusu kimyasal bağları incelemek yerinde olacaktır.

Molekülleri Oluşturan Kimyasal Bağlar

Serbest halde dolaşan bir atom, çevresindeki diğer atomların itme veya çekim kuvvetinin etkisi altındadır. Bu etkiyle iki atom birbirine yaklaşır ve birleşir, yeniden düzenlenir ve kararlı bir yapıya ulaşırlar. “Kararlı yapı”dan kastedilen, bu atomların proton ve nötronlarının birbirlerine uyum sağlamaları, kendi özelliklerini bırakarak beraber yeni bir özelliğe sahip olmaları, yepyeni bir madde oluşturmalarıdır. Örneğin, biraraya gelmiş olan iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu yepyeni bir ürün ortaya çıkarabilmek için tümüyle değişmişlerdir. Meydana getirdikleri kararlı yapı ise “su” molekülüdür.
Çevrenizdeki yüksek binalar, eviniz, bahçenizdeki masa, yediğiniz meyve, içtiğiniz su… Bunların her biri farklı özelliklere sahip farklı maddelerdir. Doğada var olan yaklaşık 109 atomun çeşitli miktarlarda ve çeşitli şekillerde biraraya gelmesi, yeryüzündeki bu müthiş çeşitliliği meydana getirmiştir. Bu 109 atom, birbirinden farklı maddeler meydana getirebildikleri gibi, koku, tat, renk, sertlik, yumuşaklık, akışkanlık, uçuculuk gibi hayati detaylar da meydana getirebilirler. Şimdi bir düşünün: Siz 109 ayrı parçanın kombinasyonu ile farklı özelliklere sahip kaç farklı madde oluşturabiliriniz? Elbette verebileceğiniz sayı sınırlıdır. Bu kadar sınırlı ham madde ile böylesine muazzam bir çeşitlilik, kuşkusuz Allah’ın yüce sanatıdır.
Ortaya çıkan ürünün kararlı olması önemlidir. Çünkü kararsız olma durumunda parçalanır. Bu kararsızlığı şuna benzetebiliriz: Bir organ nakli sırasında vücuda giren yeni bir organ, eğer vücuda uyum sağlayamazsa, vücudun kararlı yapısını bozar ve tüm metabolizmayı altüst eder. Benzer şekilde, birleşen atomların da birbirlerine uyum sağlayarak kararlı bir yapı meydana getirmeleri gerekir.
Meydana gelen moleküllerin kararlı olmaları için elektronlarının özel bağlanma şekilleri vardır. Her atom, kendisi için hangisi uygunsa o bağlanma şeklini kullanır. Şimdi hayati önem taşıyan bu bağlanma şekillerinin neler olduğunu inceleyelim.

Elektron Alışverişi Yapan Atomlar İyonik Bağlar Kurarlar

Atomların arasındaki elektron alışverişi, yeni bir iş kurmak için sermayelerini birleştiren ortaklara benzer. Yeni bir tesis açabilmek için ortaklardan birinin yeterli miktarda sermayesi olmadığında, bir başkasından gerekli olan miktarda sermaye alarak, o kişiyi ortağı ilan eder. Böylece iki ortaklı bir iş anlaşması gerçekleşmiş olur. Sermaye daha büyüdüğünde, ortakların sayısı da artabilir.
Atomlar ancak en dış yörüngelerindeki elektron sayılarını 8′e tamamladıklarında kararlı bir yapıya ulaşırlar. Neon atomu, en dış yörüngesindeki 8 elektronu ile son derece kararlı bir atomdur.
Atomların arasındaki alışveriş de buna benzetilebilir. Çekirdeğin çevresinde dönen elektron yörüngelerinden daha önce bahsetmiştik. Atomlar, en dış yörüngelerinde bulunan elektron sayısını daima 8 yapma eğilimindedirler. Ancak bu şekilde “kararlı” bir yapıya sahip olabilirler. Atomların elektronlarını 8′e tamamlamaları içinse yukarıda anlattığımız gibi bir ortaklık kurmaları gerekmektedir. En dış yörüngelerindeki elektronları, ya sermayelerini tamamlayıp ortaklık kurmak için bir başka atoma vermeli veya bir başka atomdan sermaye yani elektron almalıdırlar. Bu alışveriş sonrasında elektron veren atom artı yüklü, elektron alan atom ise eksi yüklü olacaktır. Zıt kutuplar birbirlerini çektikleri için bu iki atom artık birbirlerinden ayrılamazlar. Bu şekilde kurulan bağlara “iyonik bağ” denir ve bu bağlanmanın sonucunda bir molekül oluşur.
Atomlar arası alışverişte fazla sayıda elektron transferi için büyük miktarda enerji gerekmektedir. İşte bu nedenle en makul ortaklık belirlenir. Örneğin klor atomu en dış yörüngesinde yedi elektrona sahip bir atomdur. Yedi elektronunu bir başka atoma vermektense bir başka atomdan tek bir elektron alması onun sermayesini tamamlamasına yetecektir. Kendisine elektron vermeye en uygun atom ise, sahip olduğu tek fazla elektron sebebiyle sodyumdur. Sodyum, tek fazla elektronunu klora vererek sodyumklorür molekülünün oluşmasını sağlar. İşte bu ortaklık sonucunda günlük hayatta kullandığımız tuz ortaya çıkar. Bildiğimiz sofra tuzu, aslında bu iki atomun elektron alışverişinden başka bir şey değildir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da, tuzu oluşturan sodyumun aslında patlayıcı, klorun ise zehirli olmasıdır. Kusursuz ve planlı bir tasarımın sonucunda patlayıcı ve zehirli atomların karışımdan ihtiyacımızı karşılayan bir madde ortaya çıkmaktadır.
Sodyum atomu, yedi elektrona sahip olan klor atomunun kararlı bir yapıya ulaşması için sahip olduğu tek elektronu klor atomuna verir. İyonik bağ ile birleşen bu iki atomun oluşturduğu molekül sodyumklorürdür. Bu da günlük hayatta kullandığımız sofra tuzunun formülüdür. Dikkat çekici en önemli nokta ise, sofra tuzunu oluşturan bu atomlardan sodyumun patlayıcı, klorun ise zehirli olmasıdır.
Konuya başlarken verdiğimiz iş ortaklığı örneği, akıl ve bilgi sahibi iki insan arasında, belli değerlendirmelerin ve karşılıklı görüş alışverişinin yapılmasının ardından gerçekleştirilen, kar-zarar hesabı yapılmış, bilinçli bir ortaklıktır. Bilinçli olmasına rağmen, beraberinde pek çok sorun getirebilir, bugünün değerlendirmeleri ile yarınınkiler uyuşmayabilir. Oysa bir molekülün içinde gerçekleşen ortaklık alışverişi çok sağlam ve kusursuzdur. Her atom, adeta dış yörüngesinde sekiz sayısına ulaşması gerektiğini biliyor gibi davranmaktadır. Bu ortaklık şimdiye kadar ne yedi elektronla ne de dokuz elektronla gerçekleşmiştir. Doğru bir sonuca ulaşabilmek için atomların dış yörüngelerindeki elektron sayısını hesaplamanın yanı sıra, bir hesap daha yapmaları ve bir başka atoma elektron vermelerinin mi yoksa elektron almalarının mı daha karlı olacağını tespit edebilmeleri gerekir.
Peki bu bilinç atoma mı aittir? Atom bunu planlayarak ya da farkında olarak mı yapar? Elbette bu mümkün değildir. Söz konusu akıl ve bilinç atomları yaratan, onlara sistemli ve kusursuz davranmalarını ilham eden Allah’a aittir.
Atomların birbirleri ile bağlar kurmalarını sağlayan, kimyasal reaksiyonlara izin veren bu kimyasal yapı, başlı başına bir mucizedir. Eğer atomların, yörüngelerindeki elektronları belirli bir sayıya tamamlama gibi bir eğilimleri olmasaydı, evrende hiçbir kimyasal bağ ve reaksiyon gerçekleşmeyecek ve dolayısıyla yaşam da mümkün olmayacaktı. Peki neden atomlar böyle bir eğilime sahiptirler? Bilim adamlarının bu soruya getirebildikleri bir cevap yoktur.
Atomların yapısının, yaşam için en uygun şekilde olmasının tek açıklaması yaratılmış olmasıdır. Atomların yapısı, bağların oluşmasına imkan verecek şekilde belirlenmiştir ve Allah, yeryüzünde bu mükemmel düzene olanak verecek doğa kanunları yaratmıştır. Bu, bizlere tüm evreni Allah’ın yarattığı ve bu yaratılışta bir amaç ve hikmet olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Bu, Allah’ın yaratmasıdır. Şu halde, O’nun dışında olanların yarattıklarını bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 11)

Atomlar, Birbirlerinin Elektronlarını Paylaşır ve Kovalent Bağlar Kurarlar

Kimi zaman atomların birbirlerine verecek kadar çok elektronları olmayabilir. Veya atomlar birbirlerine elektron vermek dışında farklı bir bağlanma şeklini tercih edebilirler. Böyle zamanlarda kendileri için gerekli olan elektronları ortaklaşa kullanırlar. Bu adeta aralarından nehir geçen ve bir köprü ile birleşen iki kara parçası gibidir. Aradaki birleştirici köprüyü elektronlar oluştururlar. Elektronların bu şekilde ortak kullanılmaları, atomlar arasındaki kovalent bağ olarak adlandırılır. Yeryüzünde, önemli pek çok molekül bu bağı kullanarak meydana gelmektedir.
Atomların bu ortaklıklarını daha iyi anlayabilmek için verilebilecek en iyi örnek, hidrojendir. Hidrojen sadece bir elektrona sahip olduğu için son derece basit bir atomdur ve kararlı olabilmesi için bu tek elektronu ikiye tamamlamaya çalışır. Bunun nedeni şudur: Daha önce atomların sahip oldukları yörüngelerde belli sayılarda elektronların bulunması gerektiğini, en son yörüngelerinde mutlaka sekiz elektronun dolaşması gerektiğini belirtmiştik. Bunun tek istisnası ilk yörüngedir; bu yörüngenin ideal elektron sayısı ikidir. Dolayısıyla tek bir yörüngede tek bir elektrona sahip olan hidrojenin kararlı hale gelebilmesi için bir elektron daha edinmesi yeterlidir. Bunun için hidrojen, çeşitli atomlarla bağ kurar. Atmosferde bulunan hidrojen gazı da iki hidrojen atomunun kovalent bağ ile birleşmiş halinden başka bir şey değildir.
Oksijen de aynı şekilde en dış yörüngesinde altı elektrona sahip bir atomdur. Kararlı olabilmesi için elektron sayısını sekize çıkarması gerekmektedir. Bunun için kendisi ile kovalent bir bağ kurabilecek iki hidrojen atomuna ihtiyacı vardır. Çünkü hatırlanacağı gibi, tek bir hidrojen atomu tek bir elektrona sahiptir.
Bu oranlar ne oksijen ne de hidrojen için rastgele belirlenmiş oranlar değildir kuşkusuz. Oksijenin, altı elektrona sahip olması ve iki hidrojen atomunun onu tamamlayabilmesi de bir tesadüf değildir. Söz konusu karşılıklı uyum sayesinde yaşam için en gerekli olan maddelerden biri olan su oluşur. Bu oranları belirleyen, birbirleri ile uyum içinde atomları ve suyu yaratan Allah’tır. Bu gerçek ayette şu şekilde bildirilir:
… Böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz. (Hicr Suresi, 22)

Bazı Atomlar Hidrojen Bağları ile Bağlanırlar

Renkli mikrograf (STM) ile çekilmiş DNA çift sarmalının görüntüsü
Eğer bir hidrojen atomu iki atom tarafından ortaklaşa kullanılırsa bu bağa hidrojen bağları adı verilir. Bunun için söz konusu iki atomun negatif elektrik yüküne sahip olması gerekmektedir. Buna verilecek en iyi örnek oksijen ve azot atomlarıdır. Hidrojen, oksijen ve azot atomuna kovalent olarak bağlanabilir. Bu atomlarda bulunan elektronlar, oksijen ve azot atomlarına hidrojenden daha yakın durumdadırlar. Bunun da nedeni bu atomların çekim kuvvetlerinin daha güçlü olmasıdır. Dolayısıyla hidrojenin ve bağlanacağı diğer atomun elektronları hidrojen atomundan uzaklaşırlar. Eksi yüklü elektronların hidrojenden uzaklaşmaları hidrojeni pozitif duruma getirir ve iki negatif yüklü atom arasında hidrojeni sabit tutar. İki atom arasında dolaşan hidrojen atomu böylelikle bir bağ haline gelir ve iki atom arasında bir hidrojen bağı oluşmuş olur.
Hidrojen bağları zayıf bağlardır. Bir bağın “zayıf” olmasının anlamı, bu bağın kopması için az miktarda enerjinin yeterli olmasıdır. Zayıf bağlar organizmada bulunan büyük moleküllerin şekillenmesinde çok önemli bir rol oynarlar. Bunun nedeni bu bağların “esnek” olmasıdır. Meydana getirdikleri maddeye esneklik kazandırırlar. Ancak bu esneklik sırasında bağlarda herhangi bir kopma meydana gelmez. Hidrojen bağlarının bu ayrıcalığı yeryüzündeki pek çok molekül için oldukça büyük bir önem teşkil etmektedir. Buna verilebilecek en açık örnek DNA molekülüdür. Bu molekülün vücutta meydana getirdiği birbirinden mucizevi işlemler, büyük ölçüde sahip olduğu hidrojen bağlarının bir sonucudur. Bu konuya ve hidrojen bağları sayesinde ayrıcalık elde eden diğer moleküllere sonraki sayfalarda detaylı olarak değineceğiz.
DNA’yı oluşturan moleküller hidrojen bağı ile birleşirler. Bu bağ, DNA gibi hayati önemde bir molekül için son derece özel bir tasarımdır. Molekülün vücutta meydana getirdiği birbirinden mucizevi işlemler, büyük ölçüde sahip olduğu hidrojen bağlarının esnekliğinin bir sonucudur. Nükleotidler, polimerlere şeker ve fosfat grupları yoluyla kovalent olarak bağlanırlar. Bu reaksiyon sırasında bir molekül su açığa çıkar. Kovalent olarak bağlanmış olan şeker ve fosfat grupları DNA’nın belkemiğini oluşturur. Nitrojen bazları içeriye doğru yönelirler. Burada pek çok zayıf hidrojen bağı sarmalın iki parçasını birleştirirler.
Molekül konusunu işlerken sık sık hatırlamamız gereken bir gerçek vardır. Sizi ve sizin yaşamınızı oluşturabilmek için meydana gelen atom kombinasyonları insanın tahmin edebileceğinden çok daha fazladır. Düşünün ki, görünebilir tek bir noktada bile galaksimizde mevcut olan yıldız sayısından çok daha fazla atom bulunmaktadır.9 Elinizdeki elma, içinde yaşadığınız ev, üzerinde yaşadığınız gezegen ve hatta kendi bedeniniz atomlardan meydana gelmektedir. Yukarıda anlattığımız bağlar ise, son derece küçük boyuttaki elektronların boşluk içinde yaptıkları gezintilerden başka bir şey değildir. Bu gezinti; soluduğumuz havayı, yaşadığımız evi, köpeğimizi, çiçeğin kokusunu, elmanın tadını, içtiğimiz suyu, vücudumuzdaki enzimleri, gezegenleri, kısacası var olan herşeyi meydana getirir.
Tek bir noktada milyonlarca sayıda bulunan bu atomlar arasında gezinti yapan elektronların sayısını tahmin edebilir misiniz? Bu kadar küçük bir dünyanın içinden bu kadar kapsamlı ve geniş bir alem çıkması, güçlü elektron mikroskoplarıyla bakıldığında bile belli belirsiz bir toz bulutundan ibaret olan elektronların böyle büyük bir mucize meydana getirmeleri olağanüstü bir durumdur. Yokluktan varlığın oluşması, boşluktan ağırlığın ve maddenin meydana gelmesi, renksizlikten rengin, kokusuzluktan kokunun ortaya çıkması, Allah’ın yaratışındaki üstünlüğün delillerindendir. Tek bir elektrondan dağlara, yıldızlara ve insanlara kadar herşeyi kusursuzca yaratan, sonsuz ilim, kudret ve akıl sahibi, yerlerin ve göklerin hakimi olan Allah’tır. Bir ayette şu şekilde bildirilir:
Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Moleküllerin Hiç Dinmeyen Hareketi

Havada bulunan milyarlarca molekül, her saniye milyarlarca kere dönerek birbirlerine çarparlar. Siz, sakin ve tek başınıza bir odada oturduğunuzu zannederken aslında bir molekül bombardımanının tam ortasında bulunursunuz. Hareket eden yalnızca havadaki moleküller değildir. Derinizdeki, masanızdaki, elinizde tuttuunuz kalemdeki moleküllerde sürekli titreşim halindedirler. Bu yoğun harekete rağmen, çevremizde her zaman sağlam ve dengeli bir görüntü vadır.
Odanızda sakin oturuyorsunuz. Etrafınızda hiç ses yok. Çevrenizde hiçbir hareketin olmadığını düşünüyorsunuz. Oysa etrafınızdaki herşey, sizi çevreleyen hava bile hiç durmadan hareket ediyor. Nasıl mı?
Siz odanızda oturduğunuz koltukta, sakince elinizdeki kitabı okurken sizi sarıp kuşatmış olan moleküllerin en küçük parçası olan elektronlar saniyede 1000 km. gibi muazzam bir hızda sürekli olarak dönmeye devam ediyorlar. Bunun dışında sizi çevreleyen, hatta sizi oluşturan moleküllerin kendileri de hiç durmadan hareket ediyorlar. Boşlukta dolaşan moleküllerin hızları da neredeyse bir tabancadan atılan merminin hızına eşit: Saniyede 1000 metreyi aşıyor.10
Havada bulunan milyarlarca molekül, her saniye milyarlarca kere birbirlerine çarpar ve birbirleriyle tekrar çarpışıncaya kadar dönmeye devam ederler. Dolayısıyla siz, sakin ve tek başınıza bir odada oturduğunuzu zannederken aslında bir molekül bombardımanının tam ortasında bulunursunuz. Bazen şiddetli bir rüzgar haline gelen bu molekül bombardımanı, ağaçları düşürecek ve binaları yıkacak kadar güçlü olabilmektedir.
Hareket edenler yalnızca havadaki moleküller değildir. Derinizdeki, masanızdaki, elinizde tuttuğunuz kitaptaki moleküller de sürekli olarak hareket halindedir. En güçlü vinçlerin bile zorlukla yıktıkları taştan bir duvarın nasıl olup da sürekli olarak hareket halinde olduğunu merak edebilirsiniz. Bir duvar gerçekten de hareket halindedir, ancak duvarı oluşturan moleküller birbirlerine çok daha yakın dizilmiş oldukları için sadece titreşirler. Sürekli titreşim halindeki parçacıklardan oluşmuş olmalarına rağmen, bizler etrafımızda hep katı ve sağlam cisimler görürüz. Hareket halinde olmalarına rağmen hiçbir şey aniden kopup parçalanmaz.
Moleküller arasında meydana gelen bu tip bir hareketin dengeli de olması gerekmektedir. Bahsettiğimiz “titreme”, katı cisimlerde dengeyi sağlayan bir hareket biçimidir. Ayrıca, moleküllerin kararlı bir şekilde tek bir yöne doğru hareketleri de söz konusu değildir. Eğer böyle bir ihtimal gerçekleşseydi, ortaya çıkacak olan sonuç oldukça şaşırtıcı olacaktı. Moleküllerin tek bir yöne doğru topluca hareket etmeleri sonucunda bizler üzerinde yemek yediğimiz masanın kendi kendine yana doğru belirli bir mesafe yol aldığına şahit olurduk.11 Katı bir cismin bu beklenmedik hareketi elbette şaşkınlık ve aynı zamanda da kullanışsızlık meydana getirirdi. Ama biz hiçbir zaman böyle bir durumla karşılaşmayız. Çünkü katı cismi oluşturan moleküller de Allah’tan bir nimet olarak dengeli bir titreşme hareketine sahiptirler. Bu nedenle hiçbir zaman tek yöne doğru sabit hareketleri söz konusu değildir ve bir düzensizlik meydana getirmezler.
Moleküllerin ısıdan etkilenerek çeşitli hallere geçebilmeleri de bu hareketliliklerinin ve enerjilerinin bir sonucudur. Örneğin su, moleküllerinin birbirine en yakın olduğu zaman katı halini almaktadır. Isınıp sıvı hale geçtiğinde moleküller, sürekli hareket halinde olmalarının bir sonucu olarak, birbirlerinin üzerinden kayarlar. Sıvının akışkan bir halde olmasının, yani bizim sıvıyı “karıştırabilmemizin” nedeni budur. Suyun, daha da ısınıp moleküllerinin iyice birbirlerinden ayrılmasını sağlayan aşaması ise gaz halidir. Buhara dönüşen su, birbirinden gitgide uzaklaşan moleküllerden oluşmaktadır. Birbirinden uzaklaşan bu moleküller, sürekli hareket halinde olduklarından etrafa kolaylıkla yayılabilirler. Mutfakta pişen bir yemeğin kokusunu işte bu nedenle arka odadan duyabilirsiniz.
Bir maddeyi oluşturan moleküller hiçbir zaman sebebsiz yere birbirlerinden ayrılmazlar. Molekülleri birbirinden ayırmak için belli bir sıcaklık gerekmektedir. Suyun buharlaşması için belirlenmiş olan sıcaklık dünyada varolan su miktarnın daima sabit kalmasını sağlayan su döngüsünün başlıca sebebidir. Suyun bu özelliği dünyada yaşamın var olması için Allah’ın yarattığı benzersiz bir tasarımdır.
Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde ellerinizin aşırı ısınmasının, bir tahta parçası üzerinde döndürdüğünüz tahta çubuğun ateş almasının nedeni de moleküllerin hareketidir. Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde sürtünmeden etkilenen moleküller daha hızlı hareket etmeye başlarlar. Ellerinizdeki sıcaklık hissi bu hareketten doğan enerjinin bir sonucudur.
Moleküller hiç bitmeyen bir harekete sahip olmalarına rağmen, bizler bunu çoğu zaman hissetmeyiz. Masa örtünüzdeki milimetrik desenlerde bulunan moleküller de hareket halindedir, ama söz konusu desenlerin bozulduğuna veya birbirine karıştığına hiç şahit olmazsınız. Yüzünüzü de moleküller oluşturur ve bu moleküller de hareket halindedirler. Ama yüzünüzde asla bu sebepten kaynaklanan bir şekil bozukluğu meydana gelmez. Yeryüzündeki herşey, en ince milimetrik oranlara sahip olanlar bile böyle bir hareketliliğe sahiptir. Fakat çevrenizde buna dair en ufak bir delil yoktur.
Moleküllerin hareketleri gelişigüzel değildir. Sıvılarda birbirlerinin üzerinden kayan, gazlarda birbirlerinden uzaklaşan, katılarda ise birbirlerine sıkıca yaklaşan moleküller bu düzeni asla bozmazlar. Bir bardağı oluşturan moleküller hiçbir zaman sebepsiz yere dağılıp birbirlerinden ayrılmazlar. Bardağı moleküllerinden ayırmak için belirli bir ısı gerekmektedir. Bu oran da yeryüzünde mükemmel bir ölçü ile belirlenmiştir. Örneğin suyun, moleküllerine ayrışmasını sağlayan ısı oranı bellidir. Ama aynı ısı, suyun içinde bulunduğu tencereyi moleküllerine ayrıştırmaz. İşte bu nedenle tencere içinde rahatlıkla su kaynatabiliriz. Tencere moleküllerinin birbirlerinden uzaklaşabilmeleri için daha yüksek bir ısı gerekmektedir.
Böyle hassas ve sınırlı bir denge, bunu sağlayan ve bilim adamlarının adına “doğa kanunu” dedikleri değişmeyen standartlar var olmasıydı ne olurdu? Böyle bir denge olmasaydı o zaman yeryüzündeki herşey belirli bir sıcaklıkta eriyebilirdi. Örneğin evrendeki herşey ısıdan, suyun etkilendiği oranda etkilenseydi, kendi vücudumuzdaki proteinleri ve hücreleri oluşturan moleküller de dahil olmak üzere evrende hiçbir şey sabit kalmazdı. Ama hiçbir zaman böyle bir tehlike ile karşı karşıya gelmeyiz. Çünkü evrendeki herşey için belirlenmiş bir denge ve oran vardır. Suyun belirli bir ısıya geldiğinde buharlaşması, hayati önem taşıyan bu molekül için çok önemli bir ayrıntı ve özel tasarlanmış bir dengedir. Yeryüzündeki su döngüsü, bu buharlaşma sisteminin bir sonucudur. Her molekül, yeryüzünün şu anki düzenini sağlayacak bir özelliğe sahiptir. Bu da elbette herşey için belirli bir ölçü belirleyen ve her ölçüyü birbiri ile kusursuz bir uyum içinde yaratan Allah’ın kudretinin bir göstergesidir. Allah bir ayetinde şöyle belirtir:
… Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)

Renk Üreten Başka Bir Molekül: Melanin


Melanin molekülleri de, karoten moleküllerini oluşturan bağlarla bağlanmışlardır. Melanin sahip olduğu bağlar sayesinde etrafındaki bütün ışığı emebilir. Dolayısıyla melanin içeren bir obje siyah görünür. Melanin molekülleri, protein moleküllerine bağlanır ve renkleri sarıdan kahverengiye, hatta siyaha kadar değişen granüller içinde birikirler. Biriken bu granüller cildimize ve saçımıza kendine has rengini veren granüllerdir. Moleküllerin granüller içinde birikme şekline göre saçlarımız sarı veya kahverengi ya da siyah olmaktadır.
Melanin aynı zamanda bukalemunun renk değiştirme mekanizmasının da bir parçasıdır. Bu mekanizmada molekül, derinin içindeki kanallar boyunca taşınır ve alt kısımda bulunan daha parlak pigmentleri kapatmak için uğraşır. Ahtapot gibi kendisini koyulaştıran hayvanlar da aynı şekilde bu molekülden faydalanırlar. Bedenlerinde meydana gelen renk değişikliklerini, melanin granüllerinin yayılması sayesinde elde ederler. Melanin granülleri tekrar biraraya gelip toplandığında ise derinin rengi açılır.
Farklı biçimlerdeki melaninler de meyve çürüdüğü zaman oluşurlar. Oluşumlarının nedeni, meyvenin hücre duvarının zarar görmesidir. Bu zarar, fenol oksidaz adı verilen bir enzimin hücre içinde harekete geçmesine neden olur. Bu enzim; limon, kavun ve domateste bulunmaz. İşte bu nedenle bu bitkiler çürüdüklerinde kolayca kahverengileşmezler. Ancak şeftali gibi meyvelerde çürüme ile meydana gelen kahverengileşme, melanin molekülünün bir sonucudur. Melanin ayrıca çayın koyu renginden de sorumlu olan bir moleküldür.
Melanin hakkında verdiğimiz bütün bu bilgilere dayanarak onu sadece renk üretmekle sorumlu bir molekül olarak düşünmemeliyiz. Çünkü melanin sadece renk vermez, aynı zamanda ultraviyole ışınlara ve görünür ışığa karşı da bir koruma sağlar. Cildimiz dışarıdaki zararlı ve aşırı ışıklardan melanin sayesinde korunmaktadır. Eğer bu pigment olmasaydı cildimiz kolaylıkla bize ulaşabilen ultraviyole ışınlar nedeni ile kısa sürede zarar görecek, niteliğini yitirecek ve kısa sürede ölecekti. Nitekim melanin molekülünün eksikliği ile sonuçlanan bazı kalıtsal hastalıklar, örneğin albinizm; deri, saç, kirpik ve kaşların kendine has renginin kaybolmasına neden olur ve cildi söz konusu ışınlara karşı oldukça hassas bir duruma getirir. Bu hastalar melaninin özel korumasından mahrum kaldıkları için kısa sürede deri kanseri olabilmektedirler.
Bu koruma en hassas ve en değerli organlarımızdan biri olan gözde de devam eder. Göz renginizin kaynağı melanindir. Ancak melanin göze sadece renk vermekle kalmaz, koruyucu özelliği sayesinde gözün lensini ultraviyole ışınlarına karşı korur ve katarakt riskini azaltır. Normal şartlarda göz, ultraviyole ışınlardan en fazla etkilenebilecek olan organdır. Ama melaninin varlığı sayesinde böyle bir risk ile karşı karşıya kalmayız. Melanin ayrıca retinanın dokusuna uygun olmayan ve retinaya zarar verecek olan farklı renkleri de filtre ederek ekstra bir koruma sağlar. Böylece merkezi görme, hiçbir zaman dışarıdaki ışıktan etkilenmez, zarar görmez. Mavi ışığı ve göz kamaştırıcı ışıkları da azalttığından görüş kalitesini artırır. Bir yandan da mavi ışığı tamamen elemediği için renk dengesi korunmuş olur.52
Sonuçta, gözün korunmasından renk kalitesine kadar gözle ilgili çeşitli ayarlar melanin molekülünün faaliyetlerine bağımlı kılınmıştır. Bir molekülün gözü “korumayı” bilmesi, Allah’ın kusursuz tasarımının bir eseridir. Molekülün herşeyden önce gözün görmeye yarayan bir organ olduğunu anlaması ve ışığa karşı hassasiyetini tahmin etmesi gerekmektedir. Bütün bunların üzerine kendi koruyucu özelliğinin farkında olması ve gidip bu hassas organın bulunduğu yere yerleşmesi gerekmektedir. Bütün bunlar elbette bir şuur gerektirir. İşte bu şuurun kaynağını fark eden insanlar akıllarını kullanabilir ve hiçbir şeyin kendiliğinden var olmadığını anlarlar. Melaninin gözün içinde gerekli yerde, gerektiği oranda var olması, kuşkusuz amaca yönelik bir tasarımın varlığını gösterir. Bunun anlamı, yaratılıştır. Yaratılan herşey, en ufak bir şüpheye açık kapı bırakmayacak şekilde net ve kusursuzdur. Bu kusursuzluğu görmek kolaydır, çünkü bu eşsiz yaratılış evrenin her noktasındadır. Ama bunu anlayıp idrak etmek, şükrü ve takdiri onun sahibine yöneltmek ancak akıl işidir. Etraflarındaki muhteşem yaratılışı izleyip, Allah’a şükreden müminler ayette şu şekilde tanıtılır:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Bütün bu renk moleküllerinin ve onların özelliklerinin tanıtılmasının sebebi, etrafımızda her an gördüğümüz canlılığın ve renkliliğin aslında yine elektronların hareketinden başka bir şey olmadığını göstermek içindir. Söz konusu pigmentler yine doğadaki 109 atomdan birkaç tanesinin çeşitli şekillerde bağlanmasından oluşmuş ve bu defa bir masa, tuz veya tuğla değil de renk pigmenti olmuşlardır. Allah, bu çeşitliliği sağlamak için sadece söz konusu atomları değil, aynı zamanda bunların bağlanma şekillerini de sebep kılmıştır. Var olan herşey temelde birbirinden hiçbir farkı olmayan proton, nötron ve elektronlardan oluşmaktadır. Ancak bunun sonucunda ortaya çıkan bu geniş alem gerçekten de göz kamaştırıcıdır. Bu alemde bulunan herşey Allah’ın dilemesiyle meydana gelmiş bir sanattır. İhtişamlı ve benzersizdir. Tüm bunları yaratmış olan Yüce Rabbimiz’in kudretini sergiler. Kuşkusuz ki Allah, bunların benzerlerini ve çok  daha üstünlerini yaratmaya kadirdir.
Evrimciler, Allah’ın muhteşem yaratışını tesadüflerle açıklamaya çalıştıkları için, Allah’ın varlığını inkar etme yanılgısına düşerler. Oysa Allah’ın varlığı her yerdedir. Yaratılmış olan her varlık, en küçük zerresine kadar tüm detayları ile O’nun sanatının birer parçasıdır. Bu kitabın konusu olan moleküller de dahil olmak üzere, yerde ve gökte olan herşey, en küçüğünden en büyüğüne kadar, Rabbimiz’in büyüklüğünü ve gücünü sürekli olarak ve açıkça ilan etmektedir. Rabbimiz bu gerçeği ayetlerinde şöyle belirtir:
O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O’dur. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24)

DİPNOTLAR

12. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 23
13.   http://acept.la.asu.edu/courses/phs110/ds4/chapter4.html; Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi, 5. kitap, Alan Yayıncılık, 1996, sf. 106-107
14. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 23-24
15. Bilim ve Teknik, Eylül 96, Sayı 346, sf. 47
16. Bilim ve Teknik, Eylül 96, Sayı 346, sf. 47
17. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 24
18. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 30
19. http://www.icr.org/pubs/imp/ imp-324.htm
20. http://www.genetikbilimi.com /genbilim/dnanedir.html – Ahmet F. Yüksel – Barış Yelkenci, Londra, 28.02.2000
21. Mutahhar Yenson, İnsan Biyokimyası, 5. Baskı, Beta Basım Yayın Dağıtım, sf. 9-10
22. http://fins.actwin.com/aquatic-plants/month.200009/msg00701.html
23. Biological Science, A Molecular Approach, 1990, Canada, BSCS Blue Version, sf. 28
24. http://www.biyolojidunyasi.8m. com/genel.htm
25. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 161-173
26. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 20
27. http://yolgezer.fisek.com.tr/renkler/evrim.html; Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Ankara 1998
28. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt 1, Kısım 1, 5. Baskı, Sf. 569
29. http://www.pathlights.com/ ce_encyclopedia/08dna03.htm
30. http://biloyojidunyasi.8m.com/ genel.htm
31. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf.49
32. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf.49
33. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf.50
34. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 96
35. http://biyolojidunyası.8m.com/ biyokim1.htm
36. http://esmaalbayrak.sevgi. k12.tr/karbonhidratlar.htm
37. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 97
38. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 219
39. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 91
40. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 93
41. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 102
42. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 232
43. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 231
44. Prof. Dr. Engin M. Gözükara, Biyokimya, Cilt 1, 3. Baskı, 1997, Nobel Tıp Kitabevleri, sf. 232
45. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, sf. 106
46. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 107
47. http://www.newton.dep.anl.gov /askaci/bio99/bio99222.htm
48. http://www.newton.dep.anl. gov/newton/askaci/1993/biology/bio045.htm
49. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf.124
50. http://biyolojidunyası.8m.com/bitki.htm
51. P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf.151
52. http://www.macular.org/bluelite.html; http://www.mdsupport.org/library/blulight.html